Toplumda her bireyin kendine has görev ve sorumlulukları vardır. İster kent, ister köy yaşamı olsun her birey bu sorumlulukları yerine getirerek toplumsal düzenin işleyişine katkıda bulunur. Bu nedenle bireyleri kadın ve erkek olarak sınıflandırmak yanlış bir yaklaşım olacaktır. Fakat toplumun ataerkil nitelikte olması kadını statü olarak ikinci plana itmiştir. Bu da günümüze kadar gelen tartışmalara sebep olmuştur.
Kadının yerini tarihsel süreç içerisinde ele almak istersek üç dönemden bahsedebiliriz:
1) İslamiyet Öncesi Dönem
2) İslamiyet Sonrası Dönem
3) Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet Dönemi
İslamiyet Öncesi Dönem
Türk kadınının İslamiyet’ten önce hem üretim anlamında hem de sosyal yaşam anlamında erkeklerle eşit hatta daha üstün sayıldığı kaynaklarda geçmektedir. Hükümdarların tahta önce hatun/hanım dedikleri eşlerinin oturmasını istediği daha sonra kendisi oturduğu söylenir. Halı, çini yapımı, alış veriş vb. her işte kadın ve erkek birlikte yer almış aynı hakları paylaşmışlardır.
İslamiyet Sonrası Dönem
Köyde yaşayan kadının her anlamda üretime katılımı önceki dönemde olduğu gibi devam etmiştir. Kentlerde ise daha çok ev işleri (temizlik, dadılık gibi) ve fabrika işçiliği gibi çalışma alanlarında az da olsa yer almışlardır. Bu dönemde tek eşlilikten çok eşliliğe geçiş yaşanmasıyla kadının statüsü değişmiştir.
Osmanlı Devleti’nin gerileme döneminde yapılan batılılaşma hareketleri, İslamiyet öncesinden bu yana kadının gerileyen rolü üzerinde olumlu gelişmeler oluşturmuştur. Kızlar için ortaokullar ve öğretmen okulları açılmış, kadın yazar ve şairlerinde artış yaşanmıştır. Hatta 1895’te kadınlara özel gazete çıkarılmıştır. Bütün bu yeniliklere rağmen hukuksal anlamda kadına hemen hemen hiçbir hak tanınmamıştır.
Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet Dönemi
Osmanlı’nın tükendiği Kurtuluş Savaşı dönüminde kadınlar aktif bir rol üstlenmiştir. Topraklarımızın işgal altında oluşu kadınları da harekete geçirmiştir. Halide Edip Adıvar önderliğinde örgütlenen kadınlar maddi manevi her türlü özveride bulunmuştur.
Cumhuriyet yıllarında ise Atatürk inkılaplarıyla kadının toplumsal statüsü önemli bir boyutta değişme göstermiştir. Harf inkılabıyla okuma yazma oranı artmış, ilköğretim sadece erkeklere değil tüm yurttaşlar için zorunlu hale getirilmiştir. Kültürel anlamda yaşanan bu gelişmelerin yanı sıra Türk Kadını, belediye seçimlerine katılma, ardından milletvekili seçme ve seçilme haklarına da sahip olarak siyasi hayatın içinde yer edinmişlerdir. Medeni Kanun’un kabul edilmesiyle nikah, boşanma, mal, miras gibi konularda kadına sahip olması gereken haklar verilmiş, aile yaşamında kadın ve erkek eşitlenmiştir.
Günümüze bakıldığında sanayileşmeyle birlikte toplum hızlı bir gelişme göstermiştir. Kadınlar artık her türlü işi yapabilen, ekonomik özgürlüğünü eline alan, kendi ayakları üzerinde durabilen bir bireydir. Fakat maalesef ülkenin doğusu ve batısı için aynı gelişmeden hala söz edilememektedir. Kız çocukların okuması için çeşitli kampanyalar düzenlenmekte, bu türden açıklar kapatılmaya çalışılmaktadır. Ayrıca kadına yapılan muamelede hala birtakım önemli sorunlar mevcuttur. Bunların başında da şiddet gelmektedir. Haberlerde son zamanlarda sık sık gündeme gelen bu konu, toplumda kadının yeri üzerine tartışmalar yapılmasını gerekli kılmıştır.
Aslında kadın hep baş rolde ama sahnede gözükmez çoğunlukla, arkadan idare etmeyi öğrenmiştir, gizli gizli nakış gibi işleyebilir bir erkeği