MAX WEBER

Bektaş ŞAHİN 8.7k Görüntüleme
5 Dk Okuma

     Max Weber’i sosyolojinin ilk kuramcılarından biri olarak görsek de onun sosyolojiyle beraber ilgi ve çalışma alanları aslında çok daha fazla konuyu kapsamaktadır.

 

      1864 yılında Almanya’da doğan Weber düşünür, sosyolog ve ekonomik politik uzmanı olarak tanınmaktadır. Sosyolojiye yeni bir nefes getirmiştir ve kendisinden önce kuramcılarla hem barıştığı hem de çeliştiği noktalar vardır. Marx gibi o da ekonomi üzerinde dursa da Marks’tan ayrılan görüşleri de bulunmaktadır. 30 yaşında, 1894 yılında Freiburg Üniversitesine profesör olarak atanmıştır. Çok önemli birçok makalesi ve yazısı bulunan Weber hayatının çoğunu doğduğu Almanya’da geçirmiştir.

 

      Weber, Heidelberg Üniversitesine Hukuk öğrencisi olarak girdiğinden beri tutkulu bir öğrenme isteğiyle birçok farklı ders almış ve tarih, ekonomi ve teoloji hakkında da bilgi sahibi olmuştur. Yazıları da bu bağlamda ekonomi, hukuk, felsefe, karşılaştırmalı tarih ve sosyoloji konuları etrafında yazılmıştır. Yaptığı çalışmalar genel olarak, kapitalizmin gelişmesi ve modern toplumların önceki toplumlara nazaran örgütlenme biçimlerinde ne gibi farklılıklar oluştuğu çevresinde gelişmektedir. Elbette, çağının diğer kuramcıları gibi Weber de toplumsal değişmenin doğasını ve sebeplerini araştırmış ve düşünmüştür. Her ne kadar Marx’tan etkilenmiş dahi olsa da onunla zıt düşen çeşitli görüşleri de bulunmaktadır. Weber’e göre, toplumsal değişme üzerinde ekonomik etkenler önemlidirler. Ancak, ekonomik etkenler gibi düşünceler ve inançlar da aynı derecede toplumsal değişme üzerinde öneme sahiptirler. Bu konudaki görüşlerini topladığı, çokça okunan, beğenilen ve aynı zamanda tartışılan “Protestan Ahlakı ve Kapitalizm Ruhu” isimli kitabında dinsel değerlerin kapitalist bir düzenin yaratılmasında nasıl etkili olduğunu anlatmaktadır. Weber’in, diğer kuramcılardan ayrıldığı en önemli nokta ise: “Sosyoloji yapılar üzerinde değil, toplumsal eylemler üzerinde yoğunlaşmalıdır.“ şeklindeki görüşüdür. O, Durkheim ve Marx’ın söylediği gibi yapıların bireylere dışsal ya da bireylerden bağımsız şekilde var olduklarına inanmıyor. Ona göre, işte toplumdaki bu yapılar, yine toplumdaki bireylerin eylemlerinin etkileşimleri sonucunda oluşmaktaydı. Weber’e göre Sosyoloji ise bahsettiğimiz eylemlerin arkasında yatan nedenleri aramalıydı.

 

      Weber, sosyoloji düşüncesince önemli bir kısmı kaplayan bir diğer kavran ise İdeal Tip fikridir. İdeal tipler, dünyayı ve toplumu anlamak için kullanılabilecek kavramsal veya analitik modellerdir. Ancak, bu modeller, gerçek dünyada tam anlamıyla var olamazlar. Ender olarak var olabilen ideal tipler, eğer var olsalar bile ancak belli özellikleri taşımaktadırlar. 

 

Ussallaşma

 

      Toplumsal eylem kalıplarında değişikler meydana gelmesi sonucunda modern toplumlar ortaya çıkmıştır. Weber, modern toplumların tarih sahnesine çıkışını işte böyle açıklamaktadır. O, bireylerin, gelinen dönemde artık hurafe, din ve töre gibi epey bir zamandır var olan inanç şekillerinden koptuklarını düşünüyordu. Bunun yerine, artık gelinen modern teknolojiyle beraber akılcı ve araççı bir anlayış tarzı benimsenecekti.

 

      Bilim, teknoloji ve bürokrasinin gelişimi ve toplumsal / ekonomik yaşamın ilkelerinin belirlenmesi şeklinde yorumladığı Ussallaşma bir nevi evrim gibiydi. Ussallaşmaya doğru genel eğilime kanıt olarak Weber, Sanayi devrimi sayesinde kapitalizmin gelişmesini vermiştir. Weber’e göre Kapitalizme egeme olan, Marx’ın düşündüğü gibi bir sınıf savaşımı değildi; kapitalizme egemen olan bilim ve bürokrasinin gelişmesiydi.

 

      Weber’in içinde bulunduğu çağ bilimsel düşüncenin geldiği ve eski çağlardaki duygusal düşüncelerin yok olduğu bir çağdır. O, bu durumu betimlemek üzere büyünün bozulması söylemini kullanmıştır. Kaldı ki, Weber Ussallaşma fikrini ortaya atsa da tam anlamıyla destekçisi değildi. Ussallaşmanın insan ruhunu ortadan kaldırabileceğinden dolayı yeni çağların toplumların korkuyordu. Weber, bürokrasiyi sonuna kadar olumsuz şekilde eleştirmiş ve onu “boğucu – insanlıktan çıkarıcı” olarak betimlemiştir. Bu sebeple, gelişen toplumlarda kabul gören bürokratik işlemlerin insanlar üzerinde toplumsal anlamda olumsuz etkiler yaratabileceğini düşünmüştür. Nitekim günümüz toplumlarını düşününce Weber’in pek de haksız olduğunu söyleyemeyiz. Sık sık gündemde “bürokrasi” ismiyle eleştirilmese de devletin işleyiş sistemi eleştirilmektedir. Özellikle ülkemizde, bürokrasinin yaşattığı sıkıntılar konusunda filmler çekilmiş ve her fırsatta televizyon ekranlarında skeçlere konu edilmiştir.

 

      Weber, 56 yaşına geldiğinde, zatürre hastalığına yakalanarak 14 Haziran 1920 yılında ölmüştür.

Bu İçeriği Paylaşın
Yorum bırakın

Bir yanıt yazın Yanıtı iptal et

Exit mobile version