Birey ve Toplumun Kültürel Etkileşimiyle Kent Kimliğine Olan Etkisi
Kentin sosyal kimliğini belirleyen bazı temel faktörler vardır. Bunlar arasında kültürel yapı, idari yapı, demografik yapı, ekonomik yapı gibi etkenler başı çekmektedir.
Sosyal yapı, toplum bütünü içerisinde ortaya çıkar ve bu bütünün parçası olarak varlığını sürdürür. Bunu sosyal olay ve sosyal ilişkilerle ele alabiliriz. Bunlardan sosyal ilişkiler aynı zamanda toplum şeklinde teşkilatlanmış olan insan topluluklarının bir yansımasıdır. Sosyal ilişkileri toplumun dışında bir olgu gibi görmek mümkün değildir. Bu ilişkiler birey ve toplum grupları arasında ele alınmaktadır (Erkal, 2006, s.185).
Bireyler, toplumları, toplumlar da, yerleşim ünitelerini meydana getirirler. Sosyal yapının çekirdeğini birey oluşturmaktadır. Kent, bireyin meydana getirdiği toplumun yaşam alanıdır. Bu yapı içerisinde çeşitli toplumlar birbirleriyle ilişki içerisindedir. Bu da yerleşim birimleri arasında sosyal bağların oluşmasına neden olmaktadır. Sosyal bağların geliştiği kentlerde, sosyal dinamizm kuvvetlenmekte toplum yaşadığı kente sahip çıkmaktadır. Bu dinamizm kentin sosyal kimliğini de ortaya koymaktadır. Sosyal kimlik kültürel yapının oturmuşluğu ile berraklaşır.
Bu durumu İstanbul kimliği üzerinde Çelik Gülersoy şu cümlesiyle açıklamaktadır “Tarihte, bir tane ve doğru bir çizgi üstünde giden tek düze bir İstanbul olmamıştır ki, onun durmuş-oturmuş, belirgin hemşerileri olsun üç bin yıla uzanan geçmişi boyunca bu dünya köşesine kurulmuş yerleşimin, sahipleri, görünüşleri, yapılar ve iç dokusu, büyük değişiklikler gösterdiği için, onun içerisinde yaşayan insanlar da, bu büyük olayları izleyerek durmadan yeni görünümler alıyor ve yeni doğrultular kazanıyordu” (Gülersoy, 1992, s.64).
Bir başka ifadeye göre kent, içinde barındırmış olduğu farklı varlık alanlarında yer alan devingen, birbiriyle ilişkili sistemler bütünüdür. Bu sistem, kişilerin yaşam tarzı, toplumsal kişiliği, kamusal, özel ya da yarı özel mekanlar ile kent doğası ve tüm kent ögeleri olabilir. Bu anlamda kent kimliği geçmişten geleceğe uzanan tüm fiziksel ve moral kültür etkenlerinin bir yansıması olarak, toplu bir mesajıdır (Bayrakçı, 1991, s.75).
Kimlik, bireyin kendi kendisini, davranışları, ihtiyaçları, motivasyonları ve ilgileri belirli bir ölçüde tutarlılık gösteren, kendi kendine sadık diğerlerinden ayrı ve farklı bir varlık gibi algılanmasını içeren, bilişsel ve duygusal nitelikte bileşik bir zihinsel yapıdır (Mussen, 1986’dan aktaran Ilgın 2005, s.9).
Kent ise bireyin şekillendirdiği toplumsal bir oganizasyondur. Bir noktada kent ile birey arasında bir ilişki bağı söz konusudur.
Kentin ve bireyin birbirlerine hangi anlamlarda değdikleri, birbirlerini etkiledikleri ve tabiî ki değiştirdiklerini incelemede ‘’zaman’’ önemli bir kavramı oluşturmaktadır (Başdemir, 2008, s.3).
Toplum, birbirinden farklı tanımların oluşturduğu bir kavramdır. Toplumu oluşturan bu farklı tanımları birbirinden kopuk olarak düşünmek olanaksızdır. Bu bakımdan, toplumsal yapıyı incelerken toplumu oluşturan bu ögelerin oluşturduğu farklılık durumunu gözden uzak tutmamak gerekir. İnsan etkinlikleri, genellikle gruplar halinde yapılır. İşte bu da bize gösterir ki bir toplumu meydana getiren bütün birim ve ögeler birbiriyle etkileşim içerisindedir. Her bir öge ötekilerini etkiler ve onlar tarafından etkilenebilir (Kongar, 1985).
Toplumların yapılarını incelediğimizde kimi toplumların dış etkilere açık, kimi toplumların da kapalı olduğunu görebiliriz. Açık toplum tanımına uyan yerleşimle ekonomik, ticaret anlamında daha çok gelişirler, ancak kapalı toplumlar da ise dışarıyla herhangi bir bağ söz konusu değildir. Örneğin İran ülkesindeki toplumsal yapıyı kapalı toplum tanımıyla özdeşleştirebiliriz buna karşın dünyada özellikle ticaretin önem kazanmasıyla birlikte günümüzde birçok ülkeyi açık toplum yapısıyla özdeşleştirmek yanlış olmayacaktır.
Toplum kavramının kentlerimizde hayat bulduğu yerleri belirtecek olursak, bunlar yeşil alan olarak tanımladığımız (çocuk oyun alanları, parklar, spor tesisleri, bahçeler vb.) ve ayrıca meydanlar, yaya kaldırımları, pazar yerleri vb örnek olarak verilebilir.
Kültür ise bir grubun, toplumun dünya görüşü, oluşturdukları yaşam tarzıdır. Çevresi ile ilgilenme biçimidir. Bir semboller ve anlamlar bütünüdür. Sembol olarak bakıldığında nesilden nesile aktarılır. Kültür bir grubun özgün durumudur, yani o grubu tanımlayan bir olgudur (Rapaport, l989’dan aktaran Ocakçı 1993, s.167).
Bir başka tanıma göre kültür, tarihsel ve toplumsal gelişme süreci içinde yaratılan maddi ve manevi değerlerle bunları yaratmada, sonraki kuşaklara iletmede kullanılan, insanın doğal ve toplumsal çevresine egemenliğinin ölçüsünü gösteren araçlar bütünüdür (Akarsu, 1979).
Bu da gösterir ki kültür tanımı toplum yapısının temelini oluşturmaktadır. Birey kendi yaşam çevresi içerisinde kendini geliştirmekte o yerleşimdeki kültürel alt yapıyla yoğrulmaktadır. Zamanın içinde özellikle ekonomik şartların etkisiyle birey farklı kentsel bölgelere, kentlere hatta uluslar arası yerleşim noktalarına gitme gereksinimini ihtiyaç duyabilir. Böylece birey hem oradaki yeni yaşam yerine alışmaya çalışırken, hem de kendi doğduğu yerleşim yerinin kültürel etkilerini devam ettirmeye çalışır, bu da gösterir ki kültür kavramı tamamen toplumsal bir olgu olarak ele alınmaktadır.
İnsanlar çevrelerini sadece pasif bir olgu olarak algılamazlar, çevrelerini kendilerine göre adapte etmeye çalışırlar (Sommer, 1979’dan aktaran Erdönmez 2005, s. 69). Öyleyse uzun vadeli asıl soru, nasıl bir çevre, kültür, toplum değil nasıl bir birey istediğimizdir.
Unutmamak gerekir ki kültürün yaşantısı mekan içinde olmaktadır. Birey önce kendi yaşam alanında kültürünü yaşatmaya çalışır. Örneğin Türkiye’den Hollanda’ya yerleşmiş bireylerle konuştuğunuzda bireyin kendi yaşam kültürünü önce kendi yaşam alanında yaşadığını, sonra bireyin zaman içinde ailesiyle bu kültürü paylaşmaya devam ettiğini ve zaman içinde de kültürel doku adeta bir mahalle ölçeğinde, gruplu olma bilinciyle hissedildiğini algılayabilirsiniz.
Toplumun kültürel yapısını, toplumun beraber ortak kullandığı, kullanım alanları içerisinde görebilirsiniz.
Bu kullanım alanları boşlukların sınırladığı her yerde, yani, kapalı ve açık yerleşimler de, mekanlarda, kentin içinde, sokaklarda, meydanlarda, caddelerde, parklarda, bahçelerde görülmekte; toplumun kültürel etkileşimi buralarda hissedilmektedir (Zevi; 1957-1990’dan aktaran Erdönmez 2005, s.70).
Toplumsal kimlik tanımlamasında da belirttiğimiz özellikle meydan olgusu toplumun kültürel yapısının birebir hissedilebildiği mekanlardır. Bu da bize şunu göstermektedir, kent içi boşluklar insanları bir araya getiren, bireyin diğer bireylerle etkileşime geçtiği ortak lisanın konuşulduğu toplumsal olgunun kendi öz kimliğini bulduğu ve kültürel kimliğin tamamen algılanabildiği mekanlar olarak tanımlanabilir. Öyleyse toplumun kültürel etkinliklerini aktarabileceği, bir araya gelebileceği bu kentsel boşluk olarak tanımlayabileceğimiz (meydan, yeşil alan vb…) alanlar kentin yerleşim birimlerine hizmet etmeli, kentin içinde toplumlu oluşturan bireyin rahat ulaşabileceği bir noktada konumlandırılması gerekmektedir.
Örneğin Haliç bölgesindeki bu kent içi boşluklar toplumun rahat kullanımından uzaktır. Bu durumda bu bölgenin kullanımsız, diğer bir ifadeyle tanımsızlığını ortaya koymaktadır.
Açık kentsel mekanların en önemli fonksiyonu ise, binaların arasında bir sosyal hayat (doku) yaratmaktır. Bu sosyal hayat, birden fazla bireyin birbiriyle iletişim kurup sosyalleşmesini sağlamaktadır, bu da ortak bir kimlik oluşmasına etki etmektedir. Bu sosyal doku; oynayan çocukları, kutlamaları, konuşmaları, pasif iletişimi-görmeyi, duymayı-içermektedir (Gehl, 2001’den aktaran Erdönmez 2005, s.72).
Yaşam biçimi açısından kentler arasında ortak benzerlikler bulunmasına karşın tarihsel sürecinde etkisiyle farklılıklarda bulunur. Bu da kentin kimliğini ortaya koymaktadır. Ancak günümüzde kentlilik kavramını mekansal olarak ele aldığımızda kentler içerisinde nokta blok olarak tanımlayabileceğimiz, apartmanlaşma olgusu ortaya çıkmaya başlamıştır. Bu durum büyük kentlerden diğer kentlere de etki etmeye başlamış, böylece kentlilik kimliği mekansal olarak ortaya çıkmıştır.
Kentlerin genel karakterine baktığımızda yapısal olarak benzerlikler gösterse de birbirinden farklı kimlikleri vardır. Bu durum kentlerde yaşamını sürdüren bireyler için kentli kimliği olgusu bir bütünsellik gösterir. Ancak; Trabzon, Samsun vb… belli başlı kentler; İstanbul, Bursa, İzmit vb… özellik gösteren kentlerden farklı bir özelliği vardır. Örneğin İstanbul kenti günümüzün yeni kavramı olarak metropol özelliğini gösteren bir kenttir. Bu kent için kentli kimliğinden bahsetmek yerine farklı yapısal çizgide değerlendirebiliriz. Buna karşın örneğin Trabzon Doğu Karadeniz bölgesinin önemli bir kenti olarak burada yaşayan bireyde kentlilik bilinci daha çok gelişir bu da kent kimliği olgusunu kuvvetlendirmektedir.
Kentte yaşamını sürdüren birey zaman içinde o kentin bir parçası olarak kentli kimliğini oluşturmaktadır. Başlangıçta bu durumun bilincinde değildir. Bireyler yaşam potansiyeline göre bazen de bu kimliğe her daim yabancı kalmakta ve kentin kimliğine farklılık getirmeye çalışmakta. Bu durumda kent kimliğine bazen olumsuz etki yapabilmektedir.
Taylor’un belirttiği gibi kültür bilgisi inançları, sanatı, ahlakı, kuralları, gelenekleri ve toplumun üyesi olarak her insan tarafında bunların elde edilme kapasitelerini belirleyen bir süreçtir. Bu durumda öğrenme yoluyla elde edilen biri kimleri göstermektedir. Kültürel zenginlik de yaşam alanlarının açılımıyla paralellik gösterir. Bu durumda kentlere ayrıcalıklı bir konu bahşedilmektedir. Bu bağlamda gelişmekte olan dünya kentleri daha çok sorumluluk üstlenir. Dünyaya açılan pencereler olan kentler, kendine özgün toplumsal sorunları çözerken, gelişen dünyanın kentlerinin yaşam biçimlerini, birikimlerini toplumlarını transfer etmekle birlikte kentli kimliği olgusunu da kuvvetlendirmektedir (Tatlıdil, 2009, s.327).
Her toplumun kendine ait tarihi bir geçmişi vardır. Bunun sonucunda tarih içerisinde kültürlerin devam etmesi kültürel kimlik için önemli olmaktadır. Zaman içerisinde insanlar yerleşim yerlerini değiştirme durumunda kalabilir, bu da dillerinde bir takım kısmi de olsa değişime neden olabilir. Ancak her şeye rağmen toplumun kültürleri fazla değişmeden aynen kalmaktadır. Bu da bize gösterir ki toplumlar bu özellikleri ile birbirinden ayrılmaktadır, çünkü her toplumun sahip olduğu kültürün sürekliliği vardır. Bu kültürel yapıda toplumları bir şekilde birbirinden ayırmaktadır. İnsanların yer değiştirmeleri sonucu farklı toplum yapısı içinde, kültürleri az da olsa bir değişim sürecine girer. Ancak temelinde öz-kültürel kimliklerini her zaman muhafaza etmektedirler. Kültürel kimliklerini korumazlarsa öz kimliklerinin yok olabileceğini düşünürler (Güvenç, 1996’dan aktaran Ilgın 2005, ss.15-16).
Her ülkenin tarihten gelen kendi öz kültürel bir kimliği vardır. Bu sosyal bir süreçten oluşur ve zaman içinde mekana yansır. O Ülkenin her noktasında bu kültürel kimlik dokusunu hissedebilirsiniz. Birey öncelikle yerleştiği mekana kendini ait hissetme çabasına girmektedir, bu da bölge içerisinde sahiplilik duygusunun oluşması ile gerçekleşebilir. Özellikle göç edenler göç ettikleri yerlerde kendi hayat biçimini o bölge de oluşturmaya çalışırlar, çünkü bireyin kendini güvende hissedebilmesi o bölgeye asimile olmasıyla mümkün olabilmekte, bölgece tarihi kültürel kimliğiyle kendi egemenlik alanını oluşturarak, sağlamaya çalışır. Ancak kuşaklar ilerledikçe öteki olan, yer değiştiren bireylerin oluşturduğu çevrenin nesilleri artık 3.-4. kuşaktan sonra yer değiştiren ülkenin sahip olduğu kültürel yapının etkisi altına girmeye başlar, çünkü tarihi değerleri ifade eden öz kültür yapısını yaşamayan yeni nesiller¸ yaşadıkları bölgenin kültürel kimliğini benimsemekte bu da kimlikte değişime neden olabilmektedir. Bu da kavram kargaşasının oluşmasına neden olabilir. Bu süreçte kentin kimliğinde olumsuz bir yansıma yaratabilecektir.
Birey¸ kent içerisinde oluşturulan yaşam çevresindeki özgün kültürel dokuyu algılamaya çalışır, bu süreç içinde farklı kültürel etkileri de özümser ve zaman içinde kentin kültürel kimliğine kendi kişisel kimliğiyle sahip olduğunu da katmaya çalışmaktadır. Bireyin yaşan çevresindeki etkenlerle, algılamış olduğu çevredeki etmenler arasında kurmaya çalıştığı bu bağlar arasında ilişki kurmaya uğraşır ve bu döngü içerisinde hareket etmektedir. Böylelikle kentin sahip olduğu tarihi kültürel kimliğini algılar ve onu özümser.
Kentlerin kendine özgü tarihi kültürel kimliğinin olabilmesi için o kent içinde yaşayan bireylerin oluşturduğu toplumda yerleşik kimlik yapısının oluşmuş olması gerekir, aksi takdirde kültürde değişiklik olmaktadır. Örneğin Türk Devletleri uzun yıllar boyunca tarih sahnesinde yer almış olmasına rağmen, tüm egemenlik alanı içerisinde sahip olduğu bölgelerde kentler üstünde yaşayan devletlerin kültürel tarihine, yapısına karışmamıştır. Arabistan’ı almasına rağmen Arap kültürüne sahip çıkmış, Irak’ı almasına rağmen Irak’ın kendi kültürel yapısına sahip çıkmıştır. Bu da o kentlerin sahip olduğu kimliğinde değişime neden olmamıştır. Kentle kimliğini koruyabilmişlerdir.
Gerçek dünyayı algılamada kültürel filtre bireyin kültürel bir bütünün parçası olduğunu, bireysel filtre ise bireyin özgün durumu ile birlikte onun farklı olabilecek gereksinimlerini, isteklerini ifade etmektedir. Kent kimliği kapsamında baktığımızda beşeri çevreden kaynaklanan kimlik elemanı olarak kültür; Şehirsel yaşam kalitesini ve değerlerini şehirli olabilme durumunu ve şehirde yaşam biçimini belirler.
Kentin çevreden kaynaklanan doğal, beşeri, yapma kimlik elemanlarını koruması ve kaybedilmesi anlayışı da bu kapsamdadır. Kültür şehirlerin geçmişinden geleceklerine mekansal, sosyal vb… bağlantılarla sürekliliği sağlayan bağlantının en önemli kimlik elemanıdır. Ancak bu durum tarihi süreçten gelen kültürel değerleri olan bağla gerçekleşebilir. Bu durumda bir topluluğa ve mekana, çevreye, kente ”ait olma” gereksinimi cevaplar (Ocakcı, 1993, ss.167-168).
Kent kimliği bileşenlerini incelediğimizde, sosyal yapı önemli bir belirleyici olmaktadır. Toplumlar kültürel sürekliliklerini sağlamak amacıyla sosyal iletişimi geliştirirler. Sosyal ilişkilerin oluşturduğu tarihi bilinç, kültürel kimliği meydana getirmektedir. Tarihi süreç içinde sosyal ilişkilerde sosyal hareketlilik sonucu oluşmaktadır. Bu durumda sosyal yapıda birtakım değişime neden olmaktadır. Sosyal yapıdaki değişimde sosyal tarih olgusunu oluşturmaktadır.
Sosyal tarihin özünde birey vardır, çünkü sosyal yapı bireyin etkisi ile farklılık kazanır, bu da toplumdaki kültürel kademelenmeyi meydana getirir. Bu kademelenme değişim süreciyle oluşmaktadır.
Sosyal değişme, farklı zaman dilimlerinde sosyal yapı unsurlarında ortaya çıkan nitelik ve nicelik farklılaşmasıdır. Değişmenin olmadığı bir insan topluluğu düşünmek mümkün değildir. Bütün insan topluluklarında sosyal değişmeden bahsedilebilir. Yalnız sosyal değişme, medeniyet tarihinde bazen hızlı, bazen de yavaş olarak oluşmaktadır. Özellikle, orta çağın statik sayılabilecek insan topluluklarında dahi bir değişme sürecinden bahsedilebilir. Değişmeden bahsedebilmek için belirli süreye ihtiyaç vardır. Bir başka değişle değişme olgusu bir süreç içinde izlenmektedir (Erkal, 2006, s.245).
Babür Pınar’a göre; bir kentin yüzü size, içinde barındırdığı insanın yapısını ve bilincinin gelişme seviyesini belirler. Bir kente bakarak, o kentin insanlarının toplumsal davranış şeklini ve siyasi, ekonomik vb… birçok etkenlerden oluşabilecek ilişkilerinin yapısı hakkında bilgi sahibi olabilirsiniz. Kentin kimliği bireyin kültürel kimliğidir ve her kent topluma ve kendine yabancılaşan bireyin ağrısını ve hüznünü yansıtır. Bu nedenle her kent bazen de yoğun bir yalnızlığı göstermektedir. Kentin kalbine dikilen her gökdelen, her kara kuru yönetim binası,kentte yaşayan bireyin kendine, doğal ve toplumsal çevresine yabancılaşarak, ufalanmasının, kimlik erozyonu geçirerek başkalaşmasına neden olmaktadır. Bu durumda sosyal yapıda değişime neden olmaktadır (Anonim).
İstanbul kenti tarih içinde farklı kültürel dokuda insanları bünyesinde barındırmış, bu da kentin sosyal yapısında daimi bir zenginliğin oluşmasına neden olmuştur. Böylece bu zenginlik harmonisi içerisinde İstanbul önemli bir kent kimliğine sahip olmuştur. Bu kent içerisinde farklı dönemlerde çeşitli durumlarla farklı sosyal şekillenmeler de meydana gelmiştir.
Çelik Gülersoy’a göre; tarihte bir tane ve doğru bir çizgi üstünde giden tekdüze bir İstanbul yoktur. Bu durumda İstanbul’un durmuş oturmuş hemşehrilerinin olmadığının bir göstergesidir. Üç bin yıla uzanan tarihi geçmişi boyunca bu kent içerisinde yaşamış olan yerleşik sahipleri büyük değişiklikler gösterdiği için burada yaşayan insanlar da durmadan yeni görünümler almakta, yeni doğrultular kazanmaktadır. Bu durumda İstanbul’un tarihi sosyal kimliğinde zenginlik katmaktadır (Gülersoy, 1992, s.64).
Sema Köksal’a göre; İstanbul kentinde oturan, yaşayan herkesin İstanbulluyum demediğini ortaya koymakta, buna karşın “İstanbul kim?” sorusunu zihinler de canlandırmaktadır (Köksal, 1992, s.42).
İstanbul’un yerlisi kimisine göre Yahudi, Rum, Ermeni; kimilerine göre de Taksim’de, Boğaz da, yalılarda yaşayanlardı.
Buradan da anlaşılacağı gibi İstanbul tarihi yapısı içinde barındırdığı farklı demografik, dini, etnik yalpıya sahip bireylerin oluşturduğu günlük hayat ve yaşam tarzlarının bir yansıması sonucu önemli bir zengin sosyal kimliğin oluşturduğu kent kimliğini üstlenmektedir,
Sonuç olarak kentlerin geçirmiş oldukları sosyal yapıdaki değişim içerisindeki süreç kent kimliğine önemli etkiler yapabilmektedir. Bu süreç içerisin de bazen bir olayın yansıması da etki yapabileceği gibi, bazen de farklı müdahalelerde önemli bir etki yapabilir. Örneğin tarih içerisinde İstanbul’da yaşanan bazı yer değiştirmeler neticesinde Fener-Balat, Galata bölgelerindeki birçok yaşam alanının kendi haline bırakılmasına neden olmuştur, aynı şekilde Haliç bölgesindeki yerleşim birimlerine Dalan dönemindeki ciddi müdahalelerde buraların sosyal yapısında farklılık yaşanmasına neden olmuştur. Bunlarda yapısal kullanımlarda değişme götürmüştür. Görülüyor ki sosyal yapıdaki tarihi süreçleri kentlerde incelendiğimizde; kentlerin kimliklerinde önemli etki yapabildiği sonucunu çıkarabiliriz.
Burak Kaan Yılmazsoy