İnsan, toplumla var olan bir canlıdır. Toplum ise tek tek bireylerin meydana getirdiği bir olgudur. Birey olarak elimizden geldiğince toplum içersinde var olmaya çalışıyoruz. Diğer insanların arasında sesimizi daha yüksek çıkarmak için çaba sarf ediyor ve bunun için gerekli hamleleri hayata geçiriyoruz. Toplum içersindeki yerimizi yükseklere çıkarmak gayesi: insanın kendi bencil ve çıkarcı yönünü ortaya koymaktadır. Ancak, unutmamalıyız ki hayatın bazı getirileri ve bize zorunlu kıldığı ihtiyaçlar vardır. Bu mertebelere ulaşmak adına çalışmak ise bireyin en doğal hakkıdır. Bir diğer bakış açısıyla diyebiliriz ki: “Büyük balık, küçük balığı yer.” gerçekliği toplum içersinde de hayat bulmaktadır.
Sınıf ayrılıkları, kölelik, oligarşik düzenler eski çağlarda hiyerarşinin her biçimde toplumu şekillendirdiğini göstermektedir. İnsanların köle olarak bir mal gibi alınıp satıldığı eski karanlık dönemlerde bireyler arası farklılık epey ciddi boyutlardaydı. Düşünün ki köle olarak bilinen insanların “hakkı yok” idi. Günümüzde pet olarak alınan ev hayvanlarının bile hakları olduğunu düşünürsek ne kadar acı hayatlar çekildiğini anlarız. Hindistan’daki kast sistemi örneğini düşünecek olursak; Din adamları, soylular ve halk olmak üzere yukardan aşağı doğru bir sınıf ayrılığı gözlemleriz. Buradaki kaba düzende asla sınıflar arasında geçiş görülmemektedir. Doğumunuz, hem dünyaya doğru hem de ailenizin sınıfına doğru gerçekleşmektedir. İnsanların birbirini ezdiği ve eşitlikten fersah fersah uzak olduğu bu dönemlerde kişilerin hayatına etki eden en büyük dokunuş “şans” idi.
Modern toplumlarda eski sınıf ayrılıkları pek “göze çarpmaz” olmuştur. Şimdilerde ne köle ticareti yapılmaktadır ne de insanların hapsolduğu sınıflar varlığını sürdürmektedirler. İnsan haklarıyla belirlenen birçok yasa bizi çeşitli konularda tüm dünyada güvence altına almaktadır. İnsanların eşit olduğu ve hayatlarını aynı şartlarda geçireceği garantisi her bireye teker teker tanınmaktadır.
Statü, bir bireyin toplum içersinde diğer bireylere karşı edindiği “konum”a isim olmaktadır. Bireyin statüsü ailesinden kendisine direkt olarak geçmeyeceği gibi diğer yandan ailesinin statüsünden de etkilenmeyeceğini söylemek doğru olmaz. Bireyler, bu bağlamda toplum içersindeki statülerini kendileri edinmelidirler. Statü kelimesi, elbette ki yine hiyerarşik bir düzeni akla getirmektedir. Kişilerin statüleri birbirlerinden üstün veya düşük olmakla beraber aynı statüye sahip farklı ortamlardaki farklı kişiler de toplum içersinde mevcutturlar. Sınıf farklılıklarının ortadan kalktığını söylememizle beraber statüsel farklılıkların doğduğunu söylememiz; inanıyorum ki sizlere de bir hayli ironik gelmiş olacaktır. Aradaki farkı anlatmamız gerekirse –her ne kadar yine doğru bir genelleme olmasa da- her insan eşit şartlar altında doğmaktadır. Bu statüler kişilerin kendi çabaları ve çalışmalarıyla kazanılmakta diğer yandan yüksek statü sahibi kişiler de bulundukları statüleri tembellik ve hatalarla kaybedebilmektedirler. Kişilerin ailelerinin sahip oldukları statüler her ne kadar kendi konumlarına ciddi bir etki etse de onlar da bulundukları konumu korumak ve o konumda kalabilmek için çaba sarf edip çalışmak zorunda kalacaklardır.
Biz, toplum içersinde çoğunlukla kendi statümüzden kişilerle etkileşime girmekteyiz. Esnaf statüsüne sahip bir kimsenin alışveriş ve etkileşimi yine kendi statüsünden kişilerce birlikte gerçekleşecektir. Ancak aynı ortamda bulunulduğu için statüsel farkların ortaya çıktığı mekânlarda bu durum gözlemlenmeyecektir. Bu mekânlara firmalar ve holdingler örnek gösterilebilir. Şimdi bir işçisiniz ve bir diğer işçi olan şef’in altında yer alıyorsunuz. Sokakta aynı kişi olabilirsiniz ancak iş yerinde sizden “üst sınıfta” olduğu gerçeği çağlar değişse bile yerinden oynamayacak olan güçlü bir kuraldır. Sınıf ayrılıklarının olmadığı modern hayatta, statü kavramıyla toplumun sıralamasını yapmaya devam edeceğiz.