(…) Günler geçiyor/birbiri ardından/ Pişmanlığa sürgünler gibi günler/ Ardı sıra dizilmişler yollara/ Geçiyor birbiri ardından/ Pişmanlığa sürgünler gibi günler/ Yelkovan ve akrebin döngüsünde/ Durmadan vuran kampanalarla/geçiyor bütün günler,/ pişmanlığa sürgünler/ gibi günler ve günler… (Ahmet Muhip Dıranas, “Geçen Günler”)
Bu söz çok sık duyduğumuz bir sızlanmayı hatırlatır. Birçok insandan duyarız ‘’Ah! Nerde o günler !’’ Evet insanlar kimi zaman yaşadıkları hayattan memnun olmadıklarında ağızlarından bu söz dökülüverir.
Bu sözü açıklamaya geçmeden önce ‘’geçmiş ve zaman’’ kelimelerinin üstünde durmak gerekir. ‘’Geçmiş ve Zaman’’ kelimeleri insanın hayatında ki en önemli boyut olan ‘’an’’la ilgilidir. Yaşadığımız her anın geçmişe karıştığı düşünülecek olursa bu sözün anlamı daha da belirginleşebildiği gözükmektedir.
Hayal kelimesi ise yaşanılan andan uzaklaşmayı, bir sığınmayı temsil eder. Büyük şair Yahya Kemal o ünlü şiirindeki mısrasın da diyor ki: ‘’insan hayal ettiği müddetçe yaşar’’. Görüldüğü gibi hayal insanoğlu için gerçek dünyanın ötesine sığınmadır, bir huzur limanıdır.
Bu sözün anlamı, geçmişte yaşanan güzel anları hayal etmenin bile dünyaya sahip olmakla daha değerli olduğunu vermesi bakımından oldukça dikkate değerdir.
İnsan geçmişte yaşamış olduğu güzel anları geri getiremez, fakat onları hayal etmekten de onu kimse alıkoyamaz. Böyle bakıldığında, insanın mutlu olmasının da yolları aralanmış demektir. Fakat hayalcilikle bunu aynı kefeye koymamak lazımdır, çünkü hayalperestlik insanı mutlu eder. Halbuki geçmişteki güzel anları hatırlamak, hayal etmek insanı bu güne daha da sıkı bağlar ve yaşadığı andan daha da umutlu olmasını sağlar.
Hayal edebilmek içinde geçmişi iyi analiz etmek gerekir. Kentlerimizin genel yapısını bilerek davranıldığında işte bu durum karşısında yapılacak tüm değişim çalışmaları ise hayalperestlikten öte olabilmektedir. Unutmamak gerekir ki her varlığın kendi tarihsel süreci olduğu gibi, kentlerin de geçmişten bugüne getirdikleri tarihsel geçmişleri söz konusudur. Bu da kentlerin tarih içerisinde oynadıkları roller ve üstlendikleriyle bugüne getirdikleri tarihsel kimliğini ortaya çıkarmaktadır.
Kentler devamlı yaşayan bir organizmadır. Bunun sonucunda da zamanın içinde sürekli bir gelişme gösterir. Bu zaman zaman yoğun bir gelişim, zaman zaman da durağan, belki sonra tekrar yoğun olmak üzere devamlı çeperlerini genişletir ve değişim geçirir. Burada önemli olan geleceğe ve şimdiye yön verirken tarihsel süreci iyi bilmek, analiz etmek gerekir. O kentin nasıl bir süreçten geçerek geldiğini bilip geçmişte şöyle bir süreklilik varken ileride de şu şekilde olur diyebilmeli, bu değişen resimler dizilimine hakim olmak gerekir.
Geçmişten günümüze tarihsel kimlik konusu her zaman kimliğin önemli bir belirleyicisi olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu tarihsel süreç içerisinde her dönem kendinden önce gelen dönemlerden etkilenmiştir. Bu da kimliğin bir süreklilik kazanmasını sağlamaktadır. Kentlerin kimliğini salt tarihi mekanlar ve yapılarla sınırlandırmak ise tarihi mekanların dışında yani kent merkezlerini kendi haline terk etmektedir. Buna karşın Safranbolu ise eski tarihsel dönemin yansıması olarak çıkan yapılarına ek günümüze özgün yeni yerleşkelerle, kent hem eski, hem de yenidir; hem geçmiş hem de geleceğin göstergesidir, bugün yaşanan haldir aynı zamanda. Önemli olan geçmişin bugünle harmonisini sağlayabilmektir.
Mekan ise diğer bir ifadeyle “space” aynı zamanda uzay anlamını taşır. Uzay, uçsuz bucaksız bir mekan veya boşluktur. Sınırlarını tanımlayamadığımız uzay içinde tam olarak bilinmeyen dünyalar, yaşamlar¸eylemler, ilişkiler yer almaktadır. Mekan dendiği zaman, doğal olarak var olan, sınırları doğal mekan anlaşılabileceği gibi, sınırları yapay elemanlarla çizilmiş insan tarafından gerçekleştirilmiş insan yapımı mekanda anlaşılabilir. Mekanı en basit olarak anlayabilmek ve görebilmek için masaya kapatılmış cam bir bardağın tanımladığı boşluk örnek verilebilir. Bardağın içindeki boşluk mekanı tanımlar, bu da gösterir ki mekanın sınırları saydamdır, fakat tanımlıdır. Görsel olarak sınırsız izlenimini verse de fiziksel olarak kesin bir sınırlamadan bahsedilmektedir (Soygeniş, 2006, ss.33-35).
Tarih boyunca insanlar sürekli olarak bir yaşam alanına ihtiyaç duymuşlardır. Bu da insanlara mekan yapma gereksinimini ortaya çıkarmıştır. Mekansal yapılaşma sürecinde farklı dönemsel süreçler yaşanmıştır. Bunun sebepleri arasında en önemli etkenlerden biri kültürel farklılıklar gösterilebilir. Kültürel dokunun tarihsel etkisinin yanı sıra kentlerin doğal kimlik etkenleri de önemli bir faktör olarak ele alınabilir. Sonuçta tarih içerisinde farklı çağlarda, farklı dönemler (Barok, Gotik), farklı yerleşim yerleride ortaya çıkmış, bu da kentlerin kimliğinde önemli bir zenginlik kapmıştır.
Dünya coğrafyasında kurulmuş kentler bu düzen içinde gelişmiştir. Bunun sonucunda da ülkeler arası, kentler arası, kentsel bölgeler arası ve yaşam üniteleri arasında sosyal ve kültürel dokudan kaynaklanan farklılıklar gözükebildiği gibi mekansal benzerliklerde gözükmektedir. Örneğin tarihsel süreçlerindeki benzerliklerinden dolayı, Haliç’deki bazı yapılaşmalarla kuzey İtalya’daki yapılaşmalar arası benzerlikler rastlanmaktadır. Aynı şekilde İstanbul’un Eyüp yerleşkesi ile Kudüs işlevsel olarak benzerlikle gösterdiği gibi, mekansal olarak kültürel yapıdan dolayı farklılıklarda göstermektedir.
Bu tarihsel süreç kentlerin kimliklerinde iç içe geçmesi sonucu geçirgen bir karakter göstermesine neden olmuştur. Örneğin Galata yerleşkesi içerisinde yer alan Osmanlı Bankası’nın Beyoğlu’na bakan tarafı Neoklasik tarihi Yarımada’ya bakan etrafı ise oryantalıst tarzda yapılmıştır. Aynı şekilde de Arap camii; 14. Yüzyılda Cenovalılar tarafından yaptırılan Katolik kilisesi iken, bugün camii olarak hizmet vermektedir (Yüzseven, 2006, s.56).
Mekan, kavramı içerisinde sadece küçük ölçekli yapılaşmadan bahsetmek de yeterli değildir meydan, yol, su kanalları vb… insan eliyle yapılmış doğadan ayrı olarak düşünülen her şey bir mekansal üründür. Kentin tüm bireylerin kullanımına hizmet veren, kent mekanları, ortak toplama mekanları olarak da içinde bulundukları toplumun sosyal yapısını da yansıtmaktadırlar. Böylelikle kentler, kimliklerine ait özelliklerini korudukça ve geliştirdikçe kentsel formlarını da muhafaza eder ve kültürel devamlılıklarını sağlarlar (Soygeniş, 2006, ss.83-85).
Görüldüğü gibi, mekan bireyin oluşturduğu bağlamın bir yansıması sonucu meydana gelmektedir. Tarih içinde üstlendiği biçim, işlem ve formlarla kentlerin kimlik karakterinin önemli faktörleri arasında sayılır.
Peki sizce neyi-nasıl hayal ediyoruz ? Geçmişi analiz ederek mi, yoksa kendi analizimizi kendimiz oluşturarak mı ? Hayalperest miyiz, yoksa idealist miyiz ?
Bu noktada sizlerle kısa bir hayal dünyasında yolculuğa çıkmak gerekirse, sene 1861 Kandilli Kız Lisesi Sultan Abdülaziz tarafından yapılır, 1918 tarihine gelindiğinde Çamlıca Kız Lisesi Sultan Abdülhamit tarafından yapılır, 1941 de Rüştü Uzel Kız Meslek Lisesi inşası gerçekleşmektedir, bunun gibi kentler geliştikçe eğitim kurumlarının da sayısı artmakta kentsel gelişim süreci kitaplarda yazdığı gibi kuralına uygun eğitimden sağlık kurumuna vb tüm aşamalarıyla gerçekleşmektedir. Peki bugüne gelindiğinde ? Kentlerimiz plana uygun mu ilerlemekte ?Bir yandan Avrupa Kültür Başkenti olarak İstanbul yerini alırken, bir yandan da tarihine sahiplenmemesi sonucunda Dünya kültür mirası listesinden çıkarılması gündeme getirilmektedir.
Mualla Saylık ve Gökhan Ayelli ikilisine bir kulak verelim bakalım bizlere içimizdeki durumu nasıl özetleyecekler evet söz üstatlarda; Geçmiş zaman olur ki/ Hayali cihan değer/ Bir an acı duyar insan belki/ Sevmişse biraz eğer/
Anlar ki geçenlerin/ Rüyaymış hepsi meğer/ Rüya olsa bile o günlerin/ Hayali cihan değer…
Burak Kaan Yılmazsoy