FRANKFURT OKULU

Başak YILDIZ 5k Görüntüleme
2 Dk Okuma

            Almanya’da 3 Şubat 1923’te Frankfurt Üniversitesi’ne bağlı  olarak Toplumsal Araştırmalar Enstitüsü kurulmuştur. Birçok alanda çalışmayı bir araya getiren enstitü 1960’larda Frankfurt Okulu olarak ‘eleştirel teori’ yaklaşımıyla anılmaya başlar. Farklı disiplinlerden çalışmalar içerse de ortak noktası özgürlük ve özgürlüğün toplum tarafından baskıyla nasıl engellendiğini ele almalarıdır. Frankfurt Okulu, Marksizmin Ortodoks yorumuna eleştirel bir yaklaşım gösterir. Bu bağlamda yaptıkları itirazlarla klasik Marksizm anlayışından çıkabilmişlerdir. Ayrıca Marksizm-modernizim bağlantılarını irdeleyerek sosyal gelişime farklı seçenekler sunmaya çalışmışlardır. Frankfurt Okulu’nun tarihi dört dönemde ele alınabilir:

  1. 1923’ten 1933’e kadarki dönemde enstitüde Carl Grünberg yöneticiliğinde Marksizm’e bağlı kalınır.

  2. Nazi Almanyasına denk gelen 1933 – 1950 yılları arasında enstitüdekilerin Amerika’ya sürgün olduğu bu dönemde, bir düşünce okulu olarak gelişimini gösterir.

  3. Frankfurt’a dönen Enstitünün, hem düşünsel hem de siyasi anlamda en etkili olduğu 1950 – 1970 yılları arasındaki dönemdir.

  4. 1970’ten sonrası olan son dönemde okul etkisini kaybetmiş, Marksizm’den uzaklaşılmıştır.


Frankfurt Okulu’nun bilinen diğer bir özelliği ise pozitivizme yönelik eleştirileridir. Onlara göre pozitivizm sosyal yaşamın yanlış anlaşılmasına neden olur.  Sadece mevcut olan durumu ele aldığı için gidişatın ve siyasal düzenin değişmesine engel olur.

Okulun kuramcılarına göre kitle kültürü ve kültür endüstrisi yanlış ihtiyaçlar üreterek insanları bu yanlış ihtiyaçlara yönlendirir. Onların mevcut düzenle uyumunu sağlayarak kapitalist baskıya yardımcı olur. Okulun savunduğu gerçek kültür ise hakim siyasal düzene direnmeye iter. Adorno ve Horkheimer, okulun temel yapıtlarından biri olarak görülen Aydınlanmanın Diyalektiği’nde kültür endüstrisinden bahsetmiştir. Burada tüketim toplumuna yöneltilen eleştirel yaklaşım söz konusudur. Çünkü kültür de bir endüstriye ve ticarete dönüşmüş, tüketim insanların yaşantısında mekanikleşmiştir.

Ekonomik kriz, kapitalizmin temel sorunudur. Bu sorunu çözmek amacıyla devlet tarafından siyasal müdehaleler yapılır. Okulun son kuramcılarından Jürgen Habermas, kararlı olmayan bir ekonomide kararlı bir toplum düzeninin oluşturulmaya çalışılmasının bir krize yol açacağını savunur. Böyle bir durumda devletin isteklerinin toplum tarafından kabul görmeyişi ‘meşruiyet krizine’ sebep olur. Habermas, ayrıca iletişimsel eylemlere vurgu yapar. Ona göre insanlar baskı, güç, para gibi eylemler yerine akıl yoluyla ortaya konulan anlamlar temelinde hareket eder.

Bu İçeriği Paylaşın
1 Yorum
  • Dünyanın, insanların yaşantısının şu anki halini görselerdi tüketim konusunda kimbilir neler söylerlerdi daha. tüketimi abarttıkça abarttık da artık sadece daha fazla daha fazla hep daha fazla tüketmek için yaşayan insanlar haline geldik.

Bir yanıt yazın Yanıtı iptal et

Exit mobile version