İnsanların yaşama ve geçinme şekillerindeki farklılıklara ilgi duyulması ve bu farklılıkları anlatma çabası antropolojiye olan ilgiyi de ortaya çıkarmıştır. Farklı kültürleri anlatan Heredotos bu nedenle antropolojinin kurucusu sayılabilmektedir. Ancak bilimsel anlamdaki antropoloji çalışmaları 19. yüzyılda Batı’nın haricindeki toplumları ve onların kültürlerini ele almıştır. İlk etnografya çalışmaları da sanayinin oluşmadığı ilkel toplumlar ve kabileler üzerine yapılmıştır. Britanya’daki ilk antropologlar ise bu bölgedeki toplumları incelemiş, bu insanların yönetilmesi konusunda önemli veriler sağladıkları için de sömürgeci yönetimler tarafından desteklenmişlerdir.
Özellikle 16. yüzyıldan sonra diğer kıtaların keşfedilmesi, farklı nitelikteki toplumların da tanınmasına olanak sağlamıştır. Bu toplumların bilinmeye başlanmasıyla antropolojinin konusu oluşmaya başlamıştır. Paleontoloji biliminin ortaya çıkmasıyla canlıların zaman içerisindeki değişimi incelenebilmiştir. 19. yüzyılda Darwin’in teorisi, fosiller yoluyla ulaşılan bilgiler, 20. yüzyılda Afrika’da yapılan çalışmalar biyolojik antropolojinin doğmasına ortam hazırlamıştır. Avrupa’da antropolojinin konusunu etkileyen unsurlardan biri de ırk olmuştur. Toplumların sadece niteliksel farklılıkları değil fiziksel farklılıkları da ele alınmış hatta zamanla ırkçılık kavramı oluşmaya başlamıştır. 1900’lü yılların başından ortasına kadar geçen süreçte de ne yazık ki antropoloji ırkçılıkla ilişkilendirilmiş ve bir ırk bilimi olarak algılanmaya başlanmıştır. Günümüzde elde edilen bilgiler sayesinde bu anlayış ortadan kalkmıştır. Hatta ırkçılığa karşı çıkan bir bilim dalı olarak bilinmektedir.
Antropolojinin gelişim sürecine bakıldığında Amerika’da daha çok kültürel açıdan ele alındığı görülmektedir. İngilizlerde antropoloji, yapısal işlevselci bakış açısının hâkim olduğu, toplumsal yapının incelendiği bir bilim dalı olarak gelişmiştir. Avrupa’da ise geçmişten günümüze kadar gelişen toplumsal yaşam ve onların kültürel yapıları üzerinde durulmuş, bu süreç içerisindeki benzerlik ve farklılıklar ortaya çıkarılmaya çalışılmıştır. Günümüzde hala bu özelliklerini korumakta olsalar da yöntemsel olarak yakınlaşma çabasında oldukları ve daha genel bir bakış açısına doğru ilerledikleri söylenebilmektedir.