Aile içi şiddet hemen hemen tüm toplumlarda görülen bir durumdur. Aile içi şiddet; aile içinden bir bireyin diğer aile bireylerine fiziksel veya psikolojik zarar vermesidir.
Toplumlar arasında şiddetin farklı tanımlamaları olabilir. Bunun nedeni geleneklerin, kültürlerin ve dini inanışların farklı olmasıdır. Kimi toplumlarda erkeğe, kimi toplumlarda kadına, kimi toplumlarda ise çocuğa yönelik şiddet ağır basar.
Amerika’da yapılan bir araştırmada erkeklerin %30’unun şiddet gördüğü fakat bunların sadece %5’lik kısmının yargıya intikal ettiği saptanmıştır. Fakat şiddet gören bayanların %90’lık kısmının yargıya intikal ettiği araştırmalar ile saptanmıştır. Bu da; şiddet gören 10 erkekten sadece 3 tanesi şiddet gördüğünden şikâyetçi iken; şiddet gören 10 bayanın 9’unun şikâyetçi olduğu olgusuna bizi ulaştırıyor. Dünyaya örnek gösterilen Avrupa Birliği (AB) ülkelerinde ise her dört kadından bir tanesinin şiddet gördüğü saptanmış ve mahkemeye intikal etmiş şiddet olaylarının %80’i kadına %15’i çocuğa karşı olduğu belirlenmiştir.
Toplumdaki bireylerin eğitim seviyesinin yüksek olduğu gelişmiş ülkelerde aile içi şiddet fiziksel boyutta ise kriminal suç olarak değerlendirilirken aile içi şiddetin ekonomik ve psikolojik boyutu ise ciddi tazminat bedelleriyle sonuçlanır.
Ülkemizde aile içi şiddete maruz kalan bireylerin %90’ı kadın, %9’u çocuk, %1’i ise erkektir. Bu nedenle ülkemizde birçok kadın sığınma evi ve kadına yönelik şiddete karşı çıkan dernek oluşumları gözlenmiştir.
Aile içi şiddette çocuğa yönelik olanlar “çocuk istismarı” başlığı altında toplanır. Çocuk istismarı ülkemizde sadece cinsel manası ile algılandığından çocuğa yönelik şiddetin çocuk istismarından farklı olduğu düşünülür. Oysaki bu yanlıştır. Çocuk istismarı kavramı çocuğa yönelik şiddeti de konu alır.
Türk toplumunda kadına verilen değerin yüksek olduğu bilinir. Fakat bazı kendini bilmez bireylerin kadına yönelik şiddet uygulaması “Türkler Kadınları Dövüyor” etiketi ile kamuoyuna lanse edilir. Oysa ki Türklerin kadına verdiği değer geçmişten günümüze tartışılamaz derecede dünya ülkelerinin üstündedir. Bunun en güzel kanıtlarından biri atasözlerimizdir. Birçok atasözümüzde kadının ve annenin önemi vurgulanır. Türklerin kadına olan saygısına bir de İslam dininin getirdiği ahlak eklenince kadına şiddetin engellenmesi konusunda dünyaya örnek bir ülke olmamız gerekirken bir takım sosyal etkiler ve toplumsal çevre faktörleri ile birlikte insanlarımızın benliğini kaybetmesi; sonrasında ise kadına yönelik şiddetin artması durumu ortaya çıkmıştır. Osmanlı İmparatorluğu’nun özellikle yükselme döneminde Türklerin bu konuda bütün dünyaya örnek oluşuna önem verilmelidir.
Aile içi şiddetin en önemli nedeni toplumsal etkilerdir. Ülkemizde aile içi şiddete maruz kalan bireylerin %95’inin yargıya intikali söz konusu olduğunda “Namus Davası” adı altında toplanır. Namusun; insanın varoluş sebebi olduğuna inanılır ve bunu kesinlikle kaybetmemesi gerektiği savunulur. Göreceli olarak doğrudur, fakat bunu farklı biçimlerde yorumlayıp “Namus” adı altında şiddet uygulanması veya cinayet işlenmesi çok yanlıştır. Türk insanının namusuna düşkün olmasını fırsat bilip aile içi huzuru kaçırmak için 3. Şahıslar tarafından atılan iftiralar bir aileyi yok etme derecesine getirdiği gibi kimi zaman da yok eder. Namus kavramını kullanarak her ne olursa olsun cinayet işlemek veya şiddet uygulamak yanlıştır. Bundan zarar gören erkek veya bayan hakkını mahkemelerde fazlasıyla alabilir.
Bir namus davasında aldatan kadını öldürmek acizliğin göstergesidir. Keza erkek için de aynı durum geçerlidir. Bunun yerine mantıklı olan olayı mahkemelere intikal ettirip yüklü tazminatlar almak ve cezai yaptırımlar uygulatmaktır.
birkaç gün önce yotube'da düğünde yan yana oturan gelinle damattan damadın gelini tokatladığını gösteren bir video izledim, bu gerçek ve bizim ülkemizde… o evlilikten, o evlilikten doğacak çocuklardan ne beklersin ki