1 Eylül 1939 günü başlayan İkinci Dünya Savaşı'na Türkiye katılmasa da etkisini derinden hissetti. Her türlü olasılık gözetilerek bir milyona yakın asker silah altına alındı. Hemen sınırın öteki tarafına yerleşen Alman ordularına karşı Türk Silahlı Kuvvetleri Trakya'da teyakkuza geçti.
Bir milyona yakın askerin silah altına alınmasından ötürü iktisadi düzen alt üst oldu. Çünkü tarımda çalışan nüfusta büyük bir düşüş yaşanmıştı. Bunun sonucunda tarımsal üretim de azaldı. Dünya'da yaşanan büyük savaşın etkisiyle ihracat ve ithalat da yapılamıyordu. Birçok temel gıda maddesi karaborsaya düşmüştü. Bu zor durumdan nemalanmaya çalışanlar önemli gelirler elde etti. 1940'ta yürürlüğe giren Milli Korunma Kanunu doğrultusunda karaborsacılığın önüne geçilmeye çalışıldı, ancak başarılı olunamadı. Fiyat artışları yüzde 90'ın üzerine çıktı.
Türkiye bu sıkıntılardan para basarak kurtulmayı ümit etti, ancak yine krizi dindirmedi. 14 Ocak 1942 günü İstanbul'da ekmeğin karneyle dağıtılması kararlaştırıldı. Bundan sonra halk kendisine verilen ekmek karnesiyle ekmeklerini alacaktı. Yedi yaşından küçük ve yedi yaşından büyük olanlara belli miktarlarda ekmek dağıtılıyordu. Şeker, tuz, kibrit gibi önemli ihtiyaç maddelerini bulmak da çok zordu.
İstanbul'un ticari hayatını gayrimüslimler elinde tutuyordu. Gayrimüslimlerin oluşan karaborsa düzeninden önemli miktarda kazanç sağladığı söylenir. Dönemin gazeteleri de gayrimüslimlerin haksız kazanç sağladığını belirten haberlerle doluydu.
Dönemin hükümeti, yüksek düzeydeki enflasyona ve karaborsa düzenine engel olmak için vergilendirme düşüncesini gündemine aldı. Bu doğrultuda 22 Kasım 1942'de TBMM'de yapılan görüşmelerin ardından 4305 sayılı Varlık Vergisi Kanunu kabul edildi. Varlık Vergisi Kanunu'nun yürürlüğe girmesinde Başbakan Şükrü Saraçoğlu, Maliye Bakanı Fuad Ağralı ve Müsteşar Şevket Adalan'ın büyük rolü vardı. Başbakan Şükrü Saraçoğlu Varlık Vergisi Kanunu hakkındaki düşüncelerini şöyle ifade ediyordu: “Bu kanun bir devrim kanunudur. Bize ekonomik bağımsızlığımızı kazandıracak bir fırsat karşısındayız. Piyasamıza egemen olan yabancıları böylece ortadan kaldırarak, Türk piyasasını Türklerin eline vereceğiz.“
Varlık Vergisi Kanunu çok geçmeden hayata geçirildi. Bunun ilk adımı komisyonların kurulmasıyla gerçekleşti. Kurulan bu komisyonlar ödenecek vergi miktarlarını belirleyecekti. Komisyonlar hukuken koruma altına alınmıştı ve itiraz etme hakkı yoktu.
18 Aralık 1942 günü komisyonlar ödenecek vergi miktarını duyurdu. 21 Ocak 1943 gününe kadar vergilerin ödenmesi gerekti. Vergisini ödemeyenler için “yasal işlem” başlatılacaktı. Dönemin İstanbul Defterdarı Faik Ökte'nin yazdığı “Varlık Vergisi Faciası” kitabına göre mükellef sayısı 114.368, tahakkuk eden vergi miktarı ise 465.384.820 TL idi. Mükelleflerin yüzde 90'ına yakını gayrimüslimlerden oluşuyordu. Bu, yüksek bir miktardı ve bütçenin önemli bir bölümünü oluşturuyordu.
Gayrimüslimler tahakkuk eden vergileri ödeyebilmek için bütün mallarını sattı. Kimisi evini, kimisi işyerini… Ve de çok ucuz fiyatlara sattılar.
Prof. Dr. Ayhan Aktar, 21 Aralık 1999'da Milliyet gazetesinden Naki Özkan'a verdiği röportajda konu üzerine şunları söylemişti: “Ben 1943 yılının ilk altı ayında Beyoğlu, Şişli, Eminönü, Fatih, Kadıköy ve Adalar'da Varlık Vergisi ile ilgili tüm gayrimenkul satışlarını tespit ettim. Varlık Vergisi ödemek amacıyla azınlıkların sattığı 543 gayrimenkulu satın alanların dağılımı şöyle: Binaların yüzde 68'ini Müslüman Türkler, yüzde 30'unu KİT'ler, Milli Bankalar ve Devlet kuruluşları ve kalan yüzde 2'sini de yine azınlıklar satın aldı. Böylece, ciddi ölçüde servet transferi gerçekleşmiş oldu.”
İstenen vergileri ödeyemeyen 1229 mükellef Aşkale'deki çalışma kampına gönderildi. Kampta çalışan 21 kişi hayatını kaybetti. 17 Eylül 1943 günü çıkarılan bir kanunla ödenmeyen vergi borçlarının bir bölümü silindi. Aşkale'de çalışanlarsa üç ay sonra evlerine dönmeye başladı.
Aşkale'deki çalışma kampına giden gayrimüslimler
Dönemin İstanbul Defterdarı Faik Ökte'nin 1950'de çıkardığı “Varlık Vergisi Faciası” kitabıyla konu yeniden gündeme geldi. Buna karşın dönemin Başbakanı Şükrü Saraçoğlu şu açıklamayı yaptı: “Varlık Vergisi benim beğendiğim işlerimden biridir. O zaman içinde bulunduğumuz şartlar, yani seferber edilen ordunun masraflarını karşılamak, darlık içine düşen hazineyi takviye etmek icap ediyordu. Bunun için iki yol vardı. Birisi fakir köylünün boş ambarına yeniden el uzatmak, Aşar Vergisi'ni yeniden diriltmek, diğeri de bu vatanın nimetlerinden istifade etmiş olan zenginlerimizin varlıklarına müracaat etmek idi, biz ikinciyi tercih ettik.”