Türk fütuhatının karanlık çağlarına ait izler Türk destanlarına aksetmiştir. Ergenekon destanının bir motifi, Türklerin düşmanları tarafından küçük bir sahaya sıkıştırılıp yok edilmesini amaç edinmiş, Türkler ise burada çoğalmış ve demir dağı eriterek bir yol bulup dış dünyaya açılmaları motifi çok mühimdir.
Türkler’de nüfus kesafetinin fazlalığından mütevellit yayılma arzusunu fatihlik fikrini, en kötü şartlarda sıyrılma azmini, madene sahip olup bu sayede üstün teknikleri elinde tutma mecburiyetini vermiştir. Türkler’in Ergenekon destanına göre demir kapıyı eritip çıkmaları bugün Tanrı Dağları’nın kuzeyini kuzeyini belirten bir istikamet ortaya koyuyor. Türkler’in bir çok kavimleri hakimiyetleri altına alıp çok geniş sahalara yayılmaları da en eski devirlerde dahi dikkat çekmiş, bu fatihlik hassası yalnızca Türkler’in elinde bulunan “Yada taşı” denen sihirli bir taşla izah edilmiştir.
Bu taş sayesinde Türkler’in istedikleri vakit iklimlerde oynama yapabildiklerine inanılmıştır. Türkler bazen bu taşı elinden çıkarmış, o zaman fakirliğe kıtlığa ve darlığa maruz kalmışlardır. Çin kaynakları Türkler’in fatihlik ve fetih hareketlerini izah etmekte daha cömert davranmıştır. Çinlilere göre Türkler’i bir başka kavim üzerinde etkili kılan onların süvari birlikleriydi. Yüz yıllarca süren Çin politikaları arasında Türkler’in en yüksek vasıfları haiz atlarını sürü halinde ele geçirmek, bu atların yetiştirilip terciye edildiği Fergana gibi bölgeleri almaya çalışmak olmuştur.
TÜRKLER’E ASYA HAKİMİYETİ YOLUNU HAZIRLAYAN
DEVİRDE TÜRKLER’İN SİYASİ VE KAVMİ KARAKTERLERİ
Türkler’de Cihangirlik vasfı bir gelenek olarak teşekkül etmiş, hakim kavim olma isteği kesin olarak tüm Türkler’in ilk düşüncesi olmuştur. Nitekim Kaşgarlı Mahmut Alper Tunga için “Ajun beyi” yani “Dünya Hükümdarı” diyor. Milattan önce 7. Yüzyılda Türk hükümdarlarına verilen bu sıfat ile Osmanlı sultanlarına verilen Padişah-i Cihan sıfatları aynı anlamları taşımaktadır. Bu sebepledir ki aradan geçen bin yıla yakın bir zaman da düşünceler değişmemiştir.
Hunlar’dan önce de bu telakki yalnız Türkler arasında değil Türkler ile münasebeti bulunan kavimler arasında da yaygın bir şekilde kullanılmış ve bu düşünceler Hun devletine Asya hakimiyeti yolunu açmıştır. Fakat bu düşünce zaman zaman değişkenlik göstermiş Türk tarihi üzerine araştırma yapan Aristov ve Mayer, tarihi Hun hükümdarı Teoman ile başlatmak istemişse de Zeki Velidi Togan gibi düşünürler ve bilimciler ise Türk tarihini Alper Tunga yani Sakalar dönemine taşıyarak farklılıkları ortaya koymuştur. Türkler’in bu dönemlerde bazı kavimler ile şiddetli geçimsizlikler taşıdıklarını anlayabiliriz. Bu kavimlerin başında şüphesiz ki Çinliler gelmektedir.
Asya hakimiyeti konusunda Türkler’in İranlılar ile de şiddetli geçimsizlik yaşadıklarını anlayabiliriz. İranlılar Alper Tunga’nın kardeşi Barsgan’ın Beykent’te İran prensi Sivayüş’ü öldürdüğü günü milli matem ilan etmiş ve asırlarca yazını tutmuşlardır. Aynı şekil de Türkler’de Alper Tunga’nun öldürülmesini yüzyıllarca yas olarak tutmuştur. Alper Tunga’nın öldürülmesi olayı Tüm dünyanın dikkatini çeken vahim bir olay olmuştur.
Anadolu’da Sakalar’ın hakimiyeti Heredot’a göre 30 yıldan daha az sürmüştür. İranlılar Milattan Önce 626 yılında hile ile Sakalar’ı yok etmesini başarmıştır. Bu vahim hadise olaydan yaklaşık 1400 yıl sonra dahi milli bayran olarak kutlanmıştır. Bu suret sayesinde Türk hakanlığına Teoman’dan önce de hizmetler verildiği anlaşılmaktadır. Türkler orjinal kültürleri, kuvvetli medeniyetleri ile komşularına tesir etmişler, fakat onlardan da tesir almışlardı.
Türk fütuhatında belirtilen bu hususlar sayesinde Türkler diğer kavimler ile gerek barışçıl anlam da gerekse de savaşçı bir yapıda sürekli tesir halinde olmuş, başta kültür ve medeniyet gibi kavramlar olmak üzere toplumlar üzerinde bir alışveriş içerisinde bulunmuşlardı. Nitekim medeniyetlerin gelişmesi diğerleri ile temas edilmesi sayesinde ortaya çıkmış, insanlık tarihin de umumi bir ilerleme kaydedilmiştir. Kapalı kalmış ırklar, diller ve medeniyetlerin ibtidai kalmaya mahkum kaldığı şu devirlerde bilinen ilk Türkler tarih boyunca sürekli gerek savaş gerekse de barış içinde farklı kavimler ile temas etmiş ve hayatiyetlerini idame ettirmişlerdir.