20. yüzyılın başlarında ülkeler arasındaki sömürgecilik yarışı doruk noktadaydı. Güçlü ülkelerin birçoğu bu yarışın aktörleriydi. Gerek İngiltere, gerek Fransa, gerekse de Almanya önemli sömürgeler elde etmişti. Bu yarış öyle bir noktaya varmıştı ki; güçsüz durumdaki hemen hemen bütün ülkeler, güçlü ülkelerin sömürgesi olmuştu.
İtalya, büyük uğraşlar sonucunda -1870 yılında- milli birliğini sağlayarak Avrupa'nın yeni parlayan yıldızı oldu. Bu yükseliş Avrupa'daki dengeleri de sarsmıştı. İtalyanlar için bundan sonraki amaç; ulusal düzeyde olduğu gibi uluslararası düzeyde de güçlenmekti. Güçlü bir konuma erişmenin yolunun da -diğer güçlü ülkeler gibi- sömürgeler elde etmekten geçtiğini düşünüyorlardı. Sömürgeler elde etmek, hızla gelişen sanayisi için de itici bir güç olacaktı.
Herşey tasarlanmıştı, fakat İtalyanların büyük bir sorunu vardı; sömürgeleştirilebilecek hemen hemen bütün topraklar büyük devletler tarafından çoktan kapılmıştı. Hemen yeni arayışlara girildi. Çok geçmeden de aranılan sömürgeleştirilecek ülke bulunmuştu; Osmanlı idaresindeki Trablusgarp. Bölge, hammadde bakımından zengin kaynaklara sahipti. Üstelik Osmanlı Devleti, içte ve dışta uğraştığı sorunlar karşısında zayıflamış durumdaydı.
Zaten Trablusgarp diken üstünde bir konumdaydı. İtalyanlar, ülkeyi kuşatmaları halinde Osmanlı Devleti'nin çaresiz kalacağını da hesaplamışlardı. Mısır, İngiltere'nin egemenliğindeyken, Osmanlı Devleti'nin bölgeye karadan asker göndermesi imkansızdı. Yeterli donanma gücü olmadığından denizden de askeri yardım gönderemezdi. Kısacası bölge lojistik destekten yoksundu.
İtalya'nın, böylesi avantajlı bir durumda kuşatma yapmaması için artık hiçbir sebebi yoktu. Sadece bir bahane bulunmalıydı. O bahane de hemen bulundu. Trablusgarp'taki İtalyanlara kötü davranıldığı ve Osmanlı Devleti'nin bölgeyi uygarlık alanında geri bıraktığı ileri sürüldü. Şu işe bakın ki bu bahane, yıllar geçse de güncelliğini yitirmeyecek ve insanların kulağına aşina olacaktı!
Bundan sonraki aşamaysa, işgale, Avrupa devletleri nezdinde meşruiyet sağlamaktı. Bu meşruiyeti sağlamak zor olmadı.Karşılıklı çıkarların örtüşmesiyle Avrupa'nın da desteği sağlandı.
İtalya, tüm ön hazırlıklarını yaptıktan sonra 29 Eylül 1911'de savaşa başladı. Savaş öncesinde yapılan planlar savaşın başında pek tutmadı. İtalyanlar, kendilerine “hazır kıta” teslim olacak örgütsüz bir halk bekliyorken, hiç beklemedikleri bir direnişle karşılaştılar. Gördükleri manzara karşısında şaşkındılar; tüm halkın elinde silah ve onlara önderlik eden genç askerler. İtalyanlar şaşkınlıkla birbirlerine şu soruyu soruyorlardı: “Bu kadar silah ve böylesi bir örgütlenme nasıl sağlanmıştı?”
Yüzyıllardır dört bir kıtaya hükmetmiş Osmanlı Devleti, gayet akıllıca bir fikirle son “oyun”unu oynamıştı. Savaş öncesinde büyük bir gizlilikle bölge halkını silanlandırdı. Halkı teşkilatlandırmak için de genç subayları bölgeye gönderdi. Bu subaylar arasında Kurmay Binbaşı Enver Bey, Kurmay Binbaşı Fethi Bey ve Kolağası Mustafa Kemal gibi isimler vardı. Mustafa Kemal Derne'de, Enver Bey Bingazi'de görev aldı. Buralarda başarılı direnişler gerçekleştirerek İtalyan kuvvetlerinin işini bir hayli zorlaştırdılar. İtalya, bunun üzerine Rodos ve Oniki adayı işgal etti.
Bu arada bu savaşta bir ilk yaşanıyordu. Uçaklar, ilk kez bu savaşta kullanılmıştı. Belki de, 3 yıl sonra başlayacak olan Birinci Dünya Savaşı'nın provasıydı!
Yerel halk ve bölgeye gönderilen genç subaylar, ne kadar çabaladıysa da yenilgiye engel olamadılar…
Osmanlı Devleti, gözünü Trablusgarp'a diktiği sırada Balkanlardan kötü haber gelmişti. Osmanlı Devleti'nin bu durumunu fırsat bilenler pusularından bir bir çıktılar. 8 Ekim 1912'de Karadağ'ın saldırısıyla, Birinci Balkan Savaşı başladı. Hesapta olmayan bir durumdu. Bu yüzden Osmanlı Devleti, barış görüşmelerine razı oldu. 18 Ekim 1912'de İtalya ile Uşi Antlaşması imzalandı. Antlaşmayla birlikte, Trablusgarp ve Bingazi İtalyanlara bırakıldı. Rodos ve Oniki ada Balkan Savaşlarının sonunda Osmanlı Devleti'ne geri verilmek üzere İtalya'ya bırakıldıysa da savaş sonunda bu iki ada alınamamıştır.
Böylelikle Osmanlı Devleti, Kuzey Afrika'daki son toprak parçasını da kaybetmişti. Yalnız Osmanlı Devleti, Trablusgarp'tan fiilen çekildiyse de halk nezdindeki itibarını ve sevgisini her daim korudu.