Hukuk, bir ülkenin gelişmesinde ve tarih sahnesinde kalıcı olabilmesinde büyük önem arz eder. Osmanlı Devleti'nin asırlar boyunca dört bir kıtaya hükmetmesinde de şüphesiz en önemli katkıyı sağlamıştı. Osmanlı Devleti, oluşturduğu hukuk anlayışıyla uzun bir süre çağdaşlarının hep bir adım önünde olmuştu.
Osmanlı Devleti, hukuka neden büyük önem atfetmişti? Osmanlı Devleti, dini bir devletti ve resmi dini de İslam'dı. İslam'ın özü itibariyle adalet anlayışına önem vermesi, Osmanlı Devleti'ni de oldukça etkilemişti.
Osmanlı Devleti, kuruluşunun ilk yıllarında yazılı bir hukuk sistemine sahip değildi. Hukuki sorunlar, töre ve gelenekler doğrultusunda karara bağlanıyordu. Ancak, zamanla sınırların genişlemesi üzerine bu uygulama gereksinimleri karşılayamadı. Bunun üzerine belli düzenlemelere gidildi.
Osmanlı Devleti'nde hukuk sisteminin kaynaklarını iki ana başlığa ayırabiliriz; Şer'i hukuk ve örfi hukuk olarak. Şer'i hukuk dini kurallara dayanırken, örfi hukuk gelenek ve göreneklere dayanıyordu. Yalnız örfi hukuk, hiçbir şekilde şer'i hukuka ters düşemezdi. Bu anlayış, Osmanlı Devleti'nden önce hüküm süren Türk-İslam devletlerinden beri uygulanan bir anlayıştı.
FATİH KANUNNAMESİ
Hukuk sisteminde en büyük atılımı Fatih Sultan Mehmet'in yaptığını görüyoruz. Fatih, İstanbul'un fethinin ardından ilk Osmanlı kanunnamesini yürürlüğe soktu. Bu kanunname, “Kanunname-i Ali Osman” adıyla bilinir. Kanunname, protokol kurallarından saltanat sistemine kadar birçok kanunu içinde barındırmakta. Ama günümüzde bu kanunlardan çok sadece “kardeş katli” olarak bilinen kanun ön planda kalmıştır. Bu kanun, kanunnamede şöyle yer almıştı: “ Ve her kimesneye evladımdan saltanat müyesser ola, karındaşların Nizam-ı Alem için katl eylemek münasiptir. Ekser ulema dahi tecviz etmiştir. Anınla amil olalar. ” Böyle bir kanunun çıkartılmasında amaçlanan şey, taht kavgalarına son vermekti. Fatih'in ardından gelen birçok padişah da kanunnameler çıkartmıştır.
Osmanlı Devleti'nde tüm davalar, Şer'i Mahkemelerde görülüyordu. Mahkemelerde, günümüzde “hakim” olarak bilinen kadılar görev yapıyordu. Kadılar, padişah tarafından atanırdı ve doğrudan padişaha bağlıydı. Böyle bir sistemin kurulmanın nedeni kadıların bağımsızlıklarını sağlamaktı. Kadılar oldukça iyi eğitim almış kişiler arasından seçiliyordu.
KADILARIN GÖREVLERİ
-
Kadılar, bulundukları bölgedeki halkın isteklerini ve şikayetlerini merkeze iletirdi.
-
Kadılar, merkezden gelen emirleri ve kanunları bulundukları bölgedeki halka duyurmakla görevliydiler.
-
Kadılar, bulundukları bölgenin aynı zamanda belediye başkanıydılar. Bu doğrultuda belediye başkanının tüm görevlerini de yaparlardı.
-
Kadılar, günümüzde “noter“in yaptığı onaylama işlemlerini de yerine getirirdi. Bu onaylama işlemleri; evlenme, boşanma, vakıf ve şirket kurma gibi işlemlerdi.
-
Kadılar, avarız vergilerinin toplanmasında görev alırlardı.
Kadılar, Tanzimat dönemine kadar devletten maaş almazlardı. Baktıkları davalardan sağladıkları harçlarla geçimlerini sürdürürlerdi. 2 yıldan fazla da aynı bölgede kalamazlardı. Bunun sebebi, bulundukları bölgedeki halka kaynaşmalarını engellemekti. Çünkü, halkla kaynaşmaları verdikleri kararları etkileyebilirdi. Bir de kadıların yardımcıları bulunurdu. Bunlara naip denirdi. Ayrıca, Müftüler de kadılara yardımcı olurdu. Müftüler, hukuki konularda kadılara danışmanlık yapardı ve fetva verirdi.
Osmanlı hukuk sistemindeki en önemli gelişmeler, Tanzimat döneminden sonra yaşandı. Bu dönemde, Adliye Nezareti ve Ticaret Mahkemeleri kuruldu. Ticaret Kanunu, Ceza Kanunu, Deniz Ticaret Kanunu gibi kanunlar yürürlüğe sokuldu. Bu kanunlar, Fransız kanunlarından derlenerek hazırlanmıştı. Ancak bir gelişme vardı ki, diğerlerinden çok daha ön planda yer aldı. O da, kısa adıyla Mecelle olarak bilinen Mecelle-i Ahkam-ı Adliye'nin hazırlanmasıydı. Mecelle, 1851 maddeden oluşan ve İslam hukukuna dayanan bir yapıttı.
Mahkeme kadıya mülk değildir, sözü boşuna dillere pelesenk olmamış, kadılığın nasıl bir yargılama yaptığını varın siz düşünün