Zaman zaman diplomatik skandal olarak basında yer alan görüntülerle karşılaşırız. Bir zaman bir devlet büyüğümüzü oturarak karşılamıştı devrin Amerika Başkanı. Bizim için ve bugünün şartlarında kabul edilemez olsa da, devletlerin protokol kaidelerinde tavır, söz ve davranışlarla kendini belli eden ayrı bir diplomasi dili vardır. Bir devletin ilişkide olduğu diğer devleti kendi nezdinde nasıl bir yere koyduğu buradan anlaşılır. Eşit üstün ya da küçük.
Osmanlı diplomasisinde de bu kurallara titizlikle ve tabii devletin üstünlüğünün göstergesi olarak riayet edilmiştir. İşte bu yüzden yenilgi ya da az bir kazançla sonuçlanan bir savaşın sonunda yapılan antlaşmada karşı devletin kullanmakta gecikmediği ve bizim de prestij kaybı saydığımız şu madde eklenmiştir: mesela; “Avusturya Arşidükası Osmanlı Padişahına eşit sayılacaktır.” örneğinde olduğu gibi. Demek ki diplomatik üslup devletlerin gücünü temsil etmek açısından zaferden bile önde gelebilmektedir. Yabancı devletlerin Osmanlı ülkesinde elçilikler açmasına rağmen Osmanlının buna uzun yıllar direnip, ancak 3.Selim zamanında başlatmasında da yine bu üstünlük anlayışının tezahürü vardır. İşte muhteşem bir devletin hükümdarı ve cihan imparatoru vasıflarıyla vasıflanmış Kanuninin kendisinden yardım isteyen Fransa kralına yazdığı cevabi mektupta da bu üstünlüğün diplomasi diline bürünmüş hali vardır. Yardım edeceği ülkenin hükümdarını kendi ülkesindeki bir eyaletin valisi kadar ve ancak ona eşit gördüğünü ezici bir üstünlükle hissettirdiği bir üsluptur bu. Orijinalini yeni kuşağın okuyup anlaması mümkün hadi bilenler için söyleyelim kolay olmadığından (ki orada cümleler daha da vurucudur) bugünkü dile tercüme edilmiş haliyle mektup aşağıdaki gibidir:
Ben ki,
Sultanlar sultanı, hakanlar hakanı hükümdarlara taç veren Allah’ın yeryüzündeki gölgesi, Akdeniz’in ve Karadeniz’in ve Rumeli’nin ve Anadolu’nun ve Karaman’ın ve Rum’un ve Dulkadir Vilayeti’nin ve Diyarbakır’ın ve Kürdistan ve Azerbaycan’ın Acem’in ve Şam’ın ve Halep’in ve Mısır’ın ve Mekke’nin ve Medine’nin ve Kudüs’ün ve bütün Arap diyarının ve Yemen’in ve daha nice memleketlerin ki, yüce atalarımızın ezici kuvvetleriyle fethettikleri ve benim dâhi ateş saçan zafer kılıcımla fetheylediğim nice diyarın sultanı ve padişahı Sultan Bayezıd Hân'ın torunu, Sultan Selim Hân'ın oğlu, Sultan Süleyman Hân’ım.
Sen ki,
Françe vilayetinin kralı Françesko (François, Fransuva)’sun.
Sultanların sığınma yeri olan kapıma, adamın Frankipan ile mektup gönderip, memleketinizin düşman istilâsına uğradığını, hâlen hapiste olduğunuzu bildirip, kurtulmanız hususunda bu taraftan yardım ve medet istida etmişsiniz (istemişsiniz). Her ne ki demiş iseniz benim yüksek katıma arz olunup, teferruatıyla öğrendim.
Padişahların mağlup olması ve hapsolması tuhaf değildir. Gönlünüzü hoş tutup, hatırınızı incitmeyiniz. Bizim ulu ecdadımız, daima düşmanı kovmak ve memleketler fethetmek için seferden geri kalmamıştır. Biz dahi onların yolundan yürüyüp, her zaman memleketler ve kuvvetli kaleler fetheyleyip gece, gündüz atımız eğerlenmiş ve kılıcımız kuşanılmıştır. Allah hayırlar müyesser eyleyip meşiyyet ve iradatı neye müteallik olmuş ise vücuda gele. (Allah hayırlar versin ve iradesi neyse o olsun.) Bunun dışındaki vaziyet ve haberleri adamınızdan sorup öğrenesiniz. Böyle bilesiniz.
Not: Bir çok yerde ve ders kitaplarında yer alan bu metin tarafımızdan “vikikaynak” adlı siteden alıntılanmıştır.