İslamiyetin inkişafı ve Müslümanların dinlerini serbestçe yaşama imkânına kavuşması hiç şüphesiz Hicret Olayı ile gerçekleşmiştir (M.622). Müslümanların yeni beldesi olan bu şehir çok farklı sosyal gruplardan oluşmaktadır. Nüfusun çoğunluğunu yerli Arap kabileleri oluşturur. Bunlardan Evs ve Hazreç arasında öteden beri süregelen rekabet ve anlaşmazlıklar Peygamberimizin arabuluculuğu ile giderilmiş ve kardeşlik tesis edilmiştir. Ayrıca putperest kabileler, ehli kitaptan olan Yahudiler ve Hristiyanlar da Medine’nin sosyal yapısının diğer cüzleridir.
Bu çok kültürlü yapının içinde farklılıkları kaynaştıran bir sistem tesis etmiştir Hz.Peygamber. Mekke’den gelen Muhacirler ile onlara yardımcı olan Medine Müslümanları yani Ensar arasında orijinal ismi “muahat” olan “ Kardeşlik Antlaşması” yapılmıştır ki insanlık tarihinde bunun başka bir örneği yoktur. Hiçbir şeyi olmayan muhacirlerle ellerindekinin yarısını paylaşan ensar arasında kurulan bu dostluğun özü Allah ve Peygamber sevgisine dayandığı için ne paylaşan malının azaldığını düşünmüş ne de alan minnet altında kalmıştır.
Bunun dışında yukarıda bahsettiğimiz gruplarları da içine alan bir sözleşme yapılmıştır. Bir dostluk ve saldırmazlık antlaşması mahiyetinde olan bu sözleşmenin içeriğinde din hürriyeti, vatandaşlık hukuku , dış tehdite karşı birlikte hareket etmek gibi hükümler yer alıyordu. Açılımında; Museviler din hürriyetine sahip olacaklar, Yahudiler veya Müslümanlar üçüncü bir tarafa karşı savaş ilanına mecbur kalırsa birbirine yardım edeceklerdir.İki taraf ta Kureyşli müşrikleri korumayacaktır gibi esasların yer aldığı 47 maddelik bu vesikanın önemli hükümlerinden biri ise ; üzerinde ihtilafa düşülen bir konuda Hz. Muhammed’e (s.av.) başvurulacak olunmasının kayda geçirilmesiydi.
Böylece Medine de Hz.Muhammed’in devlet başkanı olduğu bir İslam Devletinin temelleri atılmış oluyordu. Medine Sözleşmesi ise insan hak ve hürriyetlerini teminat altına alan bir anayasa mahiyetindeydi. Müslümanların farklı din ve inançlara karşı hoşgörüsünü ve himayesini ortaya koyduğu gibi, barış ve huzur ortamını tesis etmek esasına dayandığını ispat eden önemli bir belgedir. Bundan sonra çeşitli isim ve coğrafyada hüküm süren İslam Devletlerinin, Abbasiler döneminden itibaren de bayrağı devr alan Türk – İslam Devletlerinin gerek fetih siyasetindeki adaletin ve gerekse fethedilen bölgelerdeki farklı unsurlarla birlik ve beraberlik içinde asırlarca yaşama becerisi göstermesinin temelinde bu ilkelerin varlığının örnek alındığına insanlık tarihi külliyen şahittir. Sayısız örneklerinin içinde tarihle ilgili hiçbirşey bilmeyenin bile es geçemeyeceği bir örnek olduğu için zikredelim. Doğu Roma’nın son kalesi Bizans İmparatorluğunun kalbi ve son durağı olan Kostantiniyye yani İstanbul’u 53 günlük kuşatmanın ardından İslam’a açan asırların Fatihini Bizanslı yerli kızların çiçeklerle karşılaması bu adalet anlayışının onlar tarafından da gayet iyi bilinip özledikleri huzura nihayet kavuşacaklarını gösterir bir sevincin tezahürü olarak açıklanmazsa başka ne ile izah edilebilir?