Suriye, 1516'daki Mercidabık Savaşı'nın ardından Osmanlı topraklarına katılmıştı. Osmanlı egemenliğinden ayrılması ise yaklaşık 402 yıl sonra -1920'de- gerçekleşti. Osmanlı Devleti, Birinci Dünya Savaşı'nda mağlup olmuş; imzaladığı Mondros Ateşkes Antlaşması'ndan dolayı da bölge Fransa'nın işgaline uğramıştı.
İngilizler, Birinci Dünya Savaşı öncesi Şerif Hüseyin'e büyük bir Arap krallığı vaad ediyordu; Suriye'nin de dahil olduğu. Şerif Hüseyin'in de hayali bu idi. İngilizlerin bunun karşılığında Şerif Hüseyin'den tek bir isteği vardı: İsyan çıkartması. Şerif Hüseyin, bunu kabul etti ve 27 Haziran 1916'da isyanı başlattı.
Şerif Hüseyin'in oğlu Faysal ise, İngilizlerle birlikte -emrindeki Arap kuvvetleriyle- Suriye'deki Osmanlı ordusuna karşı savaşıyordu. Suriye, Birinci Dünya Savaşı sırasında Osmanlı Devleti'nin önemli bir askeri merkeziydi. Cemal Paşa, buradaki 4. Ordunun komutanlığını yapıyordu. 1918'de Faysal ve İngilizlerin yaptığı saldırılar sonucunda Suriye işgal altına girdi. Osmanlı Devleti, 30 Ekim'de imzaladığı Mondros Ateşkes Antlaşması'yla bölgeden tamamen çekilmiş; bir nevi İngiliz işgali “resmiyete” dökülmüştü.
FAYSAL'IN ÇOK SÜRMEYEN KRALLIĞI
Suriye'nin işgal edilmesinin ardından yönetime Şerif Hüseyin'in oğlu Faysal geçti. Büyük bir hevesle koltuğuna oturan Faysal'ın hevesini kursağında bırakan gelişme ise Sykes-Picot Anlaşması'nın gün yüzüne çıkmasıyla yaşandı.
16 Mayıs 1916 tarihinde İngiltere, Fransa ve Rusya arasında yapılan gizli anlaşma, 1917'deki Ekim Devrimi'nin ardından yönetime gelen Bolşevikler tarafından tüm dünyaya duyuruldu. İsyan eden Arapların bir bölümü nasıl bir oyuna geldiklerini anlamışlardı…
SAN REMO KONFERANSI
1920'de San Remo Konferansı yapıldı. Konferansta Suriye ve Lübnan'ın Fransa'ya, Irak ve Filistin'in İngiltere'ye verilmesi kararlaştırıldı. Fransa, Suriye'nin yönetimini aldıktan sonra Faysal'ı koltuğundan indirdi. (NOT: Faysal, İngilizler tarafından Irak kralı yapıldı.)
DÖRDE BÖLÜNEN SURİYE
Fransızlar, ilk iş olarak ülkeyi dörde böldüler. Bu bölgeler; Cebel-i Dürzi, Lazkiye, Halep ve Şam'dı. Bölgeler, etnik ve dini ayrılıklar gözetilerek ayarlanmıştı. Örneğin; Nusayri'ler daha çok Lazkiye'de, Dürziler ise Şam ve Halep'te idi. Fransa, yönetimine aldığı halkın ayaklanmasına karşı böyle bir “klasik” sistemi yürürlüğe sokmuştu. Ülkedeki Katolik inancına sahip Maruniler'e de özel bir ilgi gösteriyordu.
Fransızlar, 1920'de ülkede askeri akademi kurdular. Bu askeri akademiye daha çok Nusayri ailelerin çocukları gidiyordu. Yoksul olmaları ve biraz da Fransızların tercihi bunda büyük etkendi.
FRANSIZLARA KARŞI BAŞLAYAN İSYAN
Bölge halkının tamamen kendilerini Fransızlara teslim ettiğini söylemek doğru olmaz. Nitekim 1925 yılında manda yönetimine karşı büyük bir isyan başlar ve bu isyan ancak iki yıl sonra bastırılabilir. İki yıl süren isyanda çok sayıda insan yaşamanı kaybetti. 1941'de Suriye bağımsızlığını ilan ettiyse de Fransızların baskısı her daim sürdü.
Fransa, her geçen gün baskılarını arttırıyordu. Uygulanan baskılar ulusal bilincin oluşmasında önemli katkı sağlıyordu. Bu şekilde ülkede büyük bir Fransa karşıyı cephe oluştu. Bu cephe 1943'te yapılan seçimlerde Şükrü el-Kuvvetli'yi devlet başkanlığına getirdi. (NOT: Şükrü el-Kuvvetli Türk'tü.)
Şükrü el-Kuvvetli
İngilizler ve Fransızlar; Lübnan, Filistin, Ürdün ve Suriye'yi birleştirip büyük bir krallık kurmayı planlıyordu. Bu planı, Suriye halkına kabul ettirmek için uğraşsalar da kabul ettiremediler. Halk, büyük bir tepki gösterdi ve Fransızlar ülkeyi terk etmek zorunda kaldı. Fransızların ülkeden ayrılmasının ardından Suriye, 17 Nisan 1946'da “tam manasıyla” bağımsızlığını ilan etti.
22 Haziran 2012 itibariyle Türk uçağının Suriye tarafından düşürülmesi sonucu sanırım hem Suriye hem de Türkiye tarihinde bazı değişiklikler olacak. Umarım hala kayıp olan pilotlarımızdan başka zarar gören olmaz