İlk filmi 2008 yılında ülkemizde “96 Saat” adıyla vizyona giren Taken, Dünya çapında $226 milyon kazanmıştı. 96 Saat’de fuhuş ticareti yapan bir grup tarafından kaçırılan kızını bulmaya çalışan emekli CIA ajanı Bryan Mills (Liam Neeson)’ın ipuçlarını takip ederek kendi başına kızını kurtarmasını izlemiştik. Takip: İstanbul’un konusu ise, eski karısıyla (Famke Janssen) arasındaki buzları eriten Bryan, artık bir sevgilisi olan kızıyla (Maggie Grace) İstanbul’a kısa bir tatil için bir araya gelirler. İlk filmde kızını kurtarırken öldürdüğü kişi, Arnavut yeraltı örgütü lideri Murad Krasniqi (Rade Serbedzija)’nin oğludur. Oğlunun mezarı başında intikam yemini eden Murad, Brayn’ın karısını kaçırır. Kızının peşinde olduklarını anlayan Mills, bu sefer kızının yardımıyla ailesine zarar vermek isteyenleri birer birer avlama yoluna gider. Filmin yapımcılığını Fransız sinemacı Luc Besson üstlenirken, yönetmen koltuğunda ise Olivier Megaton oturuyor.
Filmin büyük çoğunluğu İstanbul’da daha doğrusu Eminönü’nde geçiyor. İstanbul’da çekimlerine başlanınca herkesi saran heyecan filmi izledikten sonra kızgınlığa dönüşüyor. Hollywood bizi çoğu filminde olduğu gibi ötekileştirip, olduğumuzdan çok farklı bir noktaya koyuyor. Film boyunca başı açık olarak görülen kadınlar sadece yabancılar. Türk polisleri ezik ve hantal gösterilmiş. Taksim’de dolaşan Nissan Juke ve Mini Cooper polis arabalarını aradı gözlerim ama Türk polislerine 84 model Şahin reva görülmüş. El bombaları patlıyor, rastgele ateş açılıp siviller vuruluyor ama ne bir siren sesi ne de bir polis var ortada. LCD plazma tüm evlere girmişken filmde siyah beyaz tüplü televizyonlar var. Eminönü’nün dar sokakları, yokuşları hanları, eski evleri, burkalı kadınlar İstanbul’u İran gibi göstermiş.
Film çok klasik bir Hollywood aksiyonu ve vadettiği aksiyonu kendi çapında veriyor. İki filmdir emekli bir ajanı öldüremeyen Arnavutların geride akrabası kalmışsa üçüncü filmde gelebilir ve tabi ki en sonunda kimlerin canlı kalacağını tahmin etmek hiçte zor değil.