İstanbul Arkeoloji Müzeleri’nin çoğul olarak ifade edilmesinin nedeni, bu kurumun kendisine bağlı 3 müzeden oluşmasından dolayıdır. Biz de bu yazımızda öncelikle İstanbul’un tarihinde ve genel olarak Arkeoloji Müzeleri’nin kuruluşundan, daha sonra da bir başka yazımızda sırasıyla müzenin bölümlerinden bahsedeceğiz.
İstanbul, prehistorik çağlar dediğimiz tarih öncesi çağlardan beri yoğun olarak yerleşim görmüş oldukça önemli bir kenttir. İstanbul’un yaklaşık 22 km batısında bulunan Yarımburgaz Mağarası kentin ve Anadolu topraklarının geçmişine ait örnekler sunan çok önemli bir mağaradır.
İstanbul daha sonraki dönemlerde de yoğun olarak yerleşim görse de, Yunan dönemine geldiğimizde İstanbul’da kurulan küçük şehir devletlerinin çok da önemli bir konumda olmadıklarını gözlemliyoruz. Sadece bugünkü Kadıköy civarına kurulmuş olan “Kalkedonya”nın adına antik yazarlarda rastlamak mümkün oluyor (Bknz. Argonautlar Mitosu)
Daha sonra Bizans dönemine geldiğimizde şehrin önemi giderek artmış ve Doğu Roma İmparatorluğu’nun başkenti konumuna gelmiştir. Bizans İmparatorluğu’na adını verenin de İstanbul’u fetheden İmparator Byzan’dan geldiği rivayet edilse Bizans ismi, 19. Yüzyılda bir tarihçi tarafından ortaya atılmış terminolojik bir isimdir. 1453 yılında Osmanlı’nın İstanbul’u ele geçirmesiyle Bizans İmparatorluğu çökmüş ve bu tarihten sonra da şehirde Türk-İslam eserleri yapılmaya başlanmıştır.
İşte İstanbul Arkeoloji Müzeleri’nin her bir kolu, böylesine köklü bir geçmişe sahip olan İstanbul’un sahip olduğu eşsiz sanat eserlerinin korunması ve şimdiki kuşaklara sergilenmesi amacıyla 13 Haziran 1891 yılında ziyarete açılır. Aslında Türkiye topraklarında eski eser toplama bu tarihten önce; 1846 yıllarında Damat Fethi Paşa’nın merakıyla başlanır. Çeşitli yerlerden toplanan sanat eserleri, o zamanlar silah deposu olarak kullanılan Aya İrini Kilisesinde toplanmıştır.
Aslında Türk müzeciliğinin asıl kurucusu, Türk arkeolojisinin de babası olarak nitelendirilen, Osman Hamdi Bey’dir. Hamdi Bey müze müdürlüğüne atandıktan sonra çıkardığı bir yasa ile arkeolojik ve sanat değeri taşıyan eserlerin yurt dışına çıkarılmasını yasaklamıştır. Daha sonra Hamdi Bey ve müze ekibi yaptığı çeşitli kazılarla Türkiye arkeolojisinin sistematik bir şekilde başlamasına ön ayak olmuşlar ve söz konusu müzelerde teşhir edilecek eser sayısını da arttırmışlardır.
İstanbul Arkeoloji Müzeleri’nin bir diğer özelliği ise, böylesine çok sayıda olan sanat eserlerinin sergilenmesi amacıyla, özel olarak yaptırılmış ilk müze binası olmasıdır. Çinili Köşk’ün hemen önüne inşa edilen yeni müze binası diğer müze kompleksleri ile birlikte ziyarete açılmıştır. Müzenin üç bölümü vardır:
- Arkeoloji Müzesi (Klasik Eserler)
- Eski Şark Eserleri Müzesi
- Çinili Köşk Müzesi
Bu üç bölümü bir başka yazımızda daha detaylı bir şekilde ele alacağız.
İstanbul Arkeoloji Müzelerine Nasıl Gidilir?
İstanbul Arkeoloji Müzeleri’ne ulaşmak oldukça kolaydır. Kabataş – Bağcılar tramvay hattının Gülhane istasyonunda inerek müzeye ulaşabilirsiniz. Karşı taraftan gelecek olanlar ise yine bu tramvay hattına gelen vapur hatları ile müzelere ulaşım sağlayabilirler.