Bir varmış bir yokmuş. 21. yüzyılın dünyasında Türkiye adında bir ülke varmış.
BİR VARMIŞ BİR YOKMUŞ
Nadan ile sohbet etmek güçtür bilene/
Çünkü nadan ne gelirse söyler diline
(La-Edri)
Bir varmış bir yokmuş, 21. yüzyılın dünyasında Türkiye adında bir ülke varmış. Bu ülkenin insanları yeryüzünde asırlarca hüküm sürmüş, başlıya baş dizliye diz çöktürmüş, yedi düvele karşı zafer kazanmış bir milletin evlatlarıymış. Köklü bir dili, köklü bir tarihi, köklü bir kültürü varmış. O milletin adına Türk denirmiş. Acıyı da sevinci de bir arada yaşamışlar. Horlanmışlar, taşlanmışlar, ne cefalar çekmişler. Ama yılmamışlar, yorulmamışlar, çalışmışlar… Her gittikleri yerde vatan kurup hür yaşamışlar. Kendi sancakları, toprakları, hanları, hanlıkları olmuş. Boyun eğmemişler kimselere. Şerefli ölümü tutsaklığa tercih etmişler. Günler haftaları, haftalar ayları, aylar seneleri kovalar olmuş. Gel zaman git zaman bir de bakmışlar ki kabına sığmaz olmuş bu millet. Yaylaklar az, binitler az, topraklar dar gelir olmuş. Başlamışlar fetihlere… Az gitmişler uz gitmişler dere tepe düz gitmişler. Bir de bakmışlar ki yedi kıta ayaklarının altında. Cihan önlerinde titrer olmuş. Zafere doymamış bu şanlı millet. Nefesi yettiğince gücü elverdiğince at koşturmuşlar bir uçtan bir uca. Öyle ki; çağ kapatıp çağ açar olmuşlar.
Bu milletin VIII. yüzyılda yazıldığı bilinen ilk yazılı belgeleri varmış. Kendilerine ait alfabeleri varmış. Bilge, İstemi, Bumin adında kağanları; Tonyukuk adında komutanları varmış. Taşlar üzerine kazınan o yazıları işte bunlar yazmış. Bir sonraki nesillerine öğütlerini sıralamışlar. Ama sonraki nesiller dinlememiş o öğütleri. Dinlemeyince düşmana tutsak olmuşlar.
Atilla, Mete, Timur, Babür, Melik, Osman, Orhan, Fatih, Yavuz, Yıldırım isimli cihana nam salmış hükümdarları varmış. Ata yurtları Orta Asya’ymış. Gittikleri yerin tek hâkimi olmuşlar. Bayraklarını diktikleri yerleri vatan edinmişler. Kimseleri yurtlarından kovmamışlar, kimselere zulmetmemişler. Açları doyurup, çıplakları giydirmişler. Ayak bastıkları yerlerde huzur ve refah varmış. Halk mutlu ve mesutmuş. Gel zaman git zaman çevrelerindeki milletler güçlenmişler. Asırlarca besledikleri kinlerini kusmak için harekete geçmişler. Türkler sezememişler tehlikeyi. Dinlememişler atalarının nasihatlerini. Bilmemişler düşmanlarını. Su uyur düşman uyumaz demişler, ama uymamışlar söylediklerine. Rüzgâr esmiş, gün batmış, gün çıkmış, yağmur yağmış, güneş açmış yıllar mevsimler birbirini kovalamış. Düşman var gücüyle saldırıp Türkleri yurtlarından bir bir atar olmuş. Çoluk çocuk, genç yaşlı dinlememiş; önüne gelene sallamış kılıcı. Yakmış, yıkmış talan etmiş vatanı…
Neyse ki atalarının nasihatlerine kulak veren yiğitler iş başa düştü diyerek başlamışlar çarpışmaya. Uyandırmaya koyulmuşlar uyuyan soydaşlarını. Vatan elden gitmiş, ölen ölmüş, kalanlar canından bezmiş… Yaradanın yardımıyla kara bulutlar rüzgârın önünde dağılıvermiş. Halktan eski eser kalmamış. Varlıklı, kuvvetli olan halk fakirleşmiş, yorulmuş… Derken kuvvet almışlar imanlarından savunmuşlar var güçleriyle vatanlarını. Komutanları varmış başlarında, adı Mustafa Kemal imiş. Toplamış milletini başına, kurmuş ordusunu başlamış cenge. Dize getirmişler tek dişi kalmış canavarı. Çok canlar gitmiş, çok ocaklar sönmüş… Vatan kalmış yine sonraki nesillere.
Atalarından miras olarak bağımsız, cennet gibi bir vatan kalmış. Sonraki nesiller yine unutmuşlar tüm bunları. Tarihini, kültürünü, atasını, eserlerini, töresini tanıma gayretinde değillermiş. Tarihten nefret ederlermiş. Türkülerini dinlemez; masal, ninni, manilerini hiç bilmezlermiş.
Telefon hastası bir nesil yetişmiş. Telefonla uyur telefonla uyanırlarmış. Caddede, evde, dolmuşta, hatta okulda telefon sürekli ellerindeymiş. Ağızlarından sakız, ellerinden telefon eksiz olmayan bir lise gençliği varmış. Büyüğünü saymayan, giyimini bilmeyen, adab-ı muaşeretten nasip almayan züppe bir nesil yetişmiş.
Alfabesini öğrenemeyen, gündemi takip etmeyen, vatanının sınırlarını bilmeyen, okumaktan araştırmaktan aciz bir nesil… Ahlakı bozuk, ana dilini konuşup yazmayan, züppeliğin adına moda diyen bir nesil peyda olmuş.
Sadece zihnen değil, aynı zamanda bedenen de çürükmüş bu yeni nesil. Alkolü, sigarayı, esrarı, eroini temel gıdaymış gibi tüketirmiş. Öğretmeni, anneyi, babayı, siyasetçiyi örnek alan bir nesil değil, dizi oyuncularını örnek alan bir nesil yetişmiş. Üretken değil asalak bir nesil…
Liseye gelip de okumayı dahi bilmeyen öğrenciler varmış. Üniversiteye gidip de hayatında bir tane dahi kitap okumayan gençler varmış. Oy vereceği partiyi bilmeyen gençler sürüyleymiş. Che Guevara’yı Atatürk’ten çok sevdiğini söyleyen, fakat Che öldürüldüğünde çantasından Nutuk’un çıktığını bilmeyen at gözlüklü gençler hiç az değilmiş.
Gece demeden gündüz demeden uyumuşlar. Dinlerine hakaret edilmiş ses çıkarmamışlar. Vatanlarına kast edilmiş aldırmamışlar. Tarihlerine, ananelerine, haysiyetlerine küfredilmiş fikir özgürlüğüne yormuşlar. Uyudukça uyumuşlar, uyuştukça uyuşmuşlar. Tam da sarhoş oldukları vakit bir gece ansızın baskın yemişler. Sahip oldukları ellerinden alınmış. İşte o zaman uyanmışlar, lakin çoktan iş işten geçmiş. Baskıncılar yemişler, içmişler, sefa sürmüşler. Gökten üç elma düşmüş; biri kırmızı, biri yeşil, biri sarı…
“Yirmi-otuz yıl sonra böyle bir Türkiye masalı mı anlatılacak? Ya da tarih kitapları böyle mi yazacak? O zaman sormak lazım; yeni nesil nereye gidiyor? Bu neslin kıblesi ne taraf? Amaçsız, hedefsiz, idealsiz bir nesil yetişiyor. Okyanusta dalgalar arasında boğuşan rotasız gemi misali bir Türk gençliği yetişiyor. Bizim hiç mi suçumuz yok? Bütün suç onların mı?”
Hidayet AYDIN