Uyuşma yanlılığının en enteresan yönlerinden biri de uygulamada ortaya çıkan eşitsizliktir. Başka insanların davranışları hakkında içsel nedenler bulma eğilimimiz ağır basarken, kendi davranışlarımıza açıklık getirmek için kendimize bakmak yerine duruma bakarız.
Bu durum ise ilginç bir yükleme ikilemini ortaya koymaktadır. Aynı davranış, bu davranışı gözlemleyen birisinde o davranışa olan yatkınlığın ortaya çıkardığı yüklemeleri tetiklerken, davranışı sergileyen kişide durumsal yüklemeleri harekete geçirebilir. Bir örnekle açıklamak gerekirse, parkta çocuğunu azarlayan bir anne gördüğünüzü düşünün. Hemen o kadının kötü ve acımasız bir anne olduğunu düşünüyorsunuz. Öte yandan, anne ise sergilediği davranışı hakkında düşünürken bunu çocuğunu korumak isteğinden kaynaklanan kaygı ve strese bağlamaktadır.
Yukarıda bahsettiğimiz yüklemelerdeki bu farklılık aktör/gözlemci farkı olarak adlandırılır. Bu farkı kısaca tanımlamamız gerekirse, başkalarının davranışlarını yatkınlığa bağlı nedenlerle açıklarken kendi davranışlarında duruma bağlı etmenlerin rolüne odaklanmak şeklinde açıklayabiliriz.
Bir başka güzel örnek ise, Ann Landers’e yazılan mektuptur. Mektubu yazan kişi kendi yaşamını etkileyen ve davranışlarını şekillendiren dış güçler üzerinde odaklanmaktadır. Ona zarar veren bir ilişkiyi bitirememesine neden olan şeyi kendi içinde olan nedenlere bağlamak yerine kendi dışındaki etmenlere odaklamaktadır. Ancak Ann Landers bu mektubu güçlü bir içsel yüklemeyle yanıtlıyor. Kişinin ilişkisinin sorunlarının kaynağında annesinin ilişkiyi onaylamamışı değil kendisi olduğunu gösteriyor. Bu örnekten de aklınıza gelebileceği gibi, aktör/gözlemci farkı insanlar arasında uyuşmazlıklara sebep olabilir. Bu durumda hemen aklımıza bir soru gelmektedir. Peki neden kimi zaman aktörler ve gözlemcilerin yaptığı yüklemeler birbirlerinden bu kadar keskin bir şekilde ayrılıyor?
Bu sorunun cevabını vermek için yeniden algısal belirginlik kavramını kullanabiliriz. Daha önce de bahsettiğimiz gibi nasıl ki başkalarının davranışlarını durumdan daha çok fark ediyorsak, kendi durumumuzu davranışlarımızdan fark edebiliriz. Hiçbir insan ömrü boyunca kendini sürekli gözlemleyecek kadar bencil ya da ben merkezli olamaz. Dışarıdaki hayata bakarlar. Çünkü bizim için belirgin olan şeyler başkaları, nesneler ve meydana gelen olaylardır.
Kendimize o kadar çok dikkat etmeyiz. Bunun sonucunda ise, aktör/gözlemci bir davranışa neyin sebep olduğunu düşünürken insanlar kendilerine en belirgin ve fark edilebilir görünen bilgileri tercih ederler.
Aktör/gözlemci farkının kaynağında aslında başka bir neden daha gizlidir. Bu nedense aktör/gözlemci farkında bilginin ulaşılabilirliğinin rolüdür. Kısaca açıklamak gerekirse, aktörler hayatları boyunca nasıl davrandıklarını bilirler, o sabah başlarından geçen olayı da bilirler. Davranış ve durumlarının zaman içerisinde gösterdiği benzerlik ya da farklılıkları gözlemcilerden daha iyi fark ederler. Kelley’in deyişiyle, aktörlerin kendileri hakkındaki tutarlılık ve ayırt edici bilgileri gözlemcilere göre daha fazladır.
Yüklemeler yaparken zihinsel kısa yolların yanı sıra istek, gereksinim ve umutlarımızda belirleyici bir rol oynamaktadır.