Bir insanın, bebekliğinden itibaren büyüme evrelerinde dikkat edeceğimiz hususlardan bir tanesi kendisine bahşedilmiş algı ve yeteneklerinin ölçütünde çevresel faktörleri baz alarak kendi benliğini oluşturması öncesinde taklitsel işlemlerin bütünlüğünü doyuma ulaştırma aşamasında fizyolojik tepkimelerin reaksiyonu ile tüm aşamalara ışık tutabilecek bir evreden geçmesidir.
Bu evrede insan tamamen etrafında dönen olayları algılama çabasına girmektedir. Bu evre insanın tüm hayatını etkiler. Gördükleri ve algıladıkları bir temel oluşturur. Fiziksel yapısını, temel fonksiyonlarla tanımlamayı öğrenen insan, daha sonra taklitsel aşamadan çıkıp benliğini bulma yolunda karışık bir sistematiğin içerisine ister istemez düşer. Hayat dediğimiz bu komplike yapının içerisinde kendisiyle alakalı tüm bilgileri edinme gayesini sürdürür. Bu çaba tam bilinçli veya bilinçaltı olarak sürekli sürdürülür. Kimi zaman bu aşama çok yavaş işlerken, kimi zamanda çok hızlı bir şekilde yaşananlar doğrultusunda ilerleyebilir.
İnsan neden kendisini bir başkası olarak görmek ister ve öyle tanıtır?
Bu sorunun cevabı aslında toplumsal onay mekanizmasının direkt olarak birey üzerinde kurmuş olduğu baskıların bütününü göz önünde tuttuğumuzda gayet açıktır. İnsanların burada iki yol içerisinde, ya kendileri olup bir birey olma yolunda ilerleyecektir. Ya da popülist kültür içerisinde bir yansımadan ibaret olup, kendilerini değersizleştireceklerdir. Buradaki seçim bireyin tamamıyla kendi seçimidir demek ne kadar doğrudur tartışılır. Çünkü yaşadığı çevredeki yönlendirmeler kişiyi kendin olma, başkası ol! ile başlayıp, kimim ben? sorusu ile boğulup kalma ve kendini insanımsı hissetme yolundaki basite indirgenmiş yaşam tarzına itmesi pek alışılagelmiş bir durumdur. Çünkü insanlara göre kendini tamamlamak çoğu kez bir sorundur. Çünkü zor olan şey başlı başına bir sorundur. Sanırım başkası olmak daha kolay. İlginçtir ki bir başkası gibi yaşamak aslında ben kendimden onun için geçtim. O benden daha yetenekli ve o benden daha akıllı. Hatta onun hayatı benim hayatımdan daha kıymetli demek gibi bir şeydir. Bir insan hayatı bu kadar basit olabilir mi?
Tiyatro sahnesindeki insan ve seyirciler…
Düşünüyorum da bir insan süregelen tanımlamalar içerisinde yüzyıllardır kendisine verilen rolden yola çıkarak belirli sınırlar içerisinde kavrulup kimi zaman tadından yenmez, kimi zamanda kuru,katı,yanmış ve küle dönmüş şekillerde karşımıza çıkabilir. İşte bu sahnedeki tuttuğumuz yerin, bazen doğuştan kazandığımız pozisyonun gerekleridir. Sonrasında da sosyolojik travmaların önüne geçmek için özlü ve güzel sözlerimiz ifşa olurlar. “Herkes eşittir vs.” Dedik ya, iş budur ki! Tiyatro … Hep rollerle ilgileniyoruz değil mi? Halbuki yönetmenler nerede? İşte bir perde ve bir oyun…
Birisi olamamak için bir çok engelimiz var sanırım …
Neden kendimizi tanımalıyız?
Kendi yeteneklerini keşfetmektir kendini tanımak. Öyledir ki ne yapacağını, kendi benliği çerçevesinde belirler insan. Kısıtlar bütününde kendi içerisindeki bir çok yetiyi dışarıya çıkartamaz insan. Tabii ki burada kıstas, belirlenen ahlaki boyutunda dışına çıkmamalıdır. Bu boyutta baktığımızda insanın kendini tanıması demek, yetenek boyutunda ben bunu yapamam. demek değildir. Yapamam dediği şeyi bir çok kez denedikten sonra yapamam demektir. Bazen denemeden bilemez insan, ancak birileri insanı hep bunu onlar yapamadı sende yapamazsın baskısı içerisinde tuttuğu için kendimizi tanımamız yolunda başarısızlığa uğramamızı kolaylaştırıyor. Tiyatrodaki perde ve arkası…
Kendimizi tanırsak, çevremizi de tanımlama yolunda büyük bir engeli ortadan kaldırmış oluruz. Bu aşamadan sonra insan artık çevresel faktörlerin etkisinden sıyrılıp bir çevresel faktör olmaktadır. Burada birey artık beyinde düşünsel örgütlenmeye yani ortaya fikirlerin çıktığı aşamaya kendisini bırakmaktadır. Bu aşama insanı insan yapan bir aşamadır. Burada insan kendi fikirlerini oluşturmakta ve bu fikirleri etrafındaki insanlara aşılamakta ve kendini çevresel faktörler arasında bulmaktadır. Böylece aktörler arasında bir yer tutmaya hazır hale gelir. Bu aşamada bilgi, tecrübe ve objektiflik çok önemlidir.
Kendini tanıyanlar ve diğerleri arasındaki farklar nelerdir?
Kendini tanıyanlar ve diğerleri arasındaki en büyük fark, fikirsel yönlendirmelere karşı etkinin birey üstündeki etkileridir. Kendini tanıyan bir birey sorulara acaba ile yaklaşırsan, yönlendirmelere boyun eğen bir kişi ise o öyle olmaz, böyle olamaz. Hatalı ve kesinlikle haklı gibi bakış açısı hastalıklı bir şekilde yaklaşım içerisinde bulunurlar.
Sizleri pek sıkmamak adına özet olarak kendimizi tanımamız yolunda birden çok konuyu özet geçmeye çalıştım. Daha yaşanılabilir bir toplum adına kendimizi tanımalıyız. Çeyrek ve yarım bireysellerin oluşturduğu bir dünya yerine tam bireylerin olduğu kendiyle bütünleşmiş bilgi toplumu olma yolunda hep beraber ilerleme dileğiyle.
Ali SARI
Hayattaki en zor şeylerden biri kendini tanımak, ben 30 yaşıma geldim. Hala kendime hayret ettiğim düşüncelerim ve davranışlarım olabiliyor. Hatta bence zor değil de kendini tanımak tam anlamıyla tabi, imkansız bence.