Evrimcilik, antropolojinin ilk kuramı olarak 19. yüzyılda oluşmaya başlamıştır. Bu kurama göre toplum ve kültürler gelişim halinde ilerlemektedir. Nasıl ki biyoloji alanının evrim anlayışına göre canlıların ilk oluşumları günümüze kadar değişim göstererek gelmişse kültürler de zaman içerisinde ilkellikten gelişmişliğe doğru değişim göstermiştir. Burada evrimci kuramın ilkellikten kastı ilk insan topluluklarının çağdaş kalıntıları ya da hala var olan kültürel fosillerdir.
Kuramın en önemli ismi olan Edward Taylor, kültürün tanımını yapmış ve antropolojinin ana ögesinin kültür olduğunu belirtmiştir. Kültür üzerine yaptığı çalışmalarla biyolojik evrim ve antropolojik evrim arasındaki çizgiler belirginleşmiştir. Ona göre kültürel anlamdaki evrim, insanların bilgiye akıl yoluyla ulaşması ve bilime başvurmaları ile ilkellikten uygar olana doğru bir gelişim göstermiştir. Bu düşüncelerinin ve kuramının temelinde Hegel ve Comte’un etkisi açık bir şekilde görülmektedir.
Kültürel evrimciliğin diğer önemli ismi Lewis Henry Morgan ise kuramında teknoloji üzerine vurgular yapmıştır. Ona göre Lewis, kuramını üç evreye ayırmıştır:
- Avcılık-toplayıcılık faaliyetlerinin yaşandığı, çömlekçiliğin bulunmasına kadar geçen yabanıllık evresi,
- Yerleşik hayata geçilen, hayvancılık ve demirciliğin yapıldığı barbarlık evresi,
- Yazının bulunduğu uygarlık evresi.
İlerleyen süreçlerde bir kültürün gelişim ve değişiminin başka kültürlerin etki etmesiyle meydana gelebileceği düşüncesi oluşmaya başlamıştır. Yani evrimcilikten ziyade yayılmacılık anlayışı hakim olmuştur. Bu görüşe göre, kültürler kendilerine özgü yeni bir şeyler ortaya çıkaramaz, diğer kültürlerin maddi-manevi unsurlarından alarak bazı yeniliklere sahip olabilmektedir. Tarih içerisinde birkaç temel bölge vardır ve kültürel unsurlar buralardan yayılmıştır.
Bir müddet sonra kültürü daha bütünsel bir şekilde ele alma ihtiyacı doğmuştur. Kültürlerin ayrı ayrı gelişimlerinin ele alınması, kendilerine has bir tarihsel süreçten geçmiş olduklarını ön plana çıkarmıştır. Yani bir toplumun kültürünü anlayabilmek için çevre ve psikolojik etkenler kadar tarihsel ilişkilerine de bakmak gerekmektedir. Tarihsel özgücülük yaklaşımını ortaya çıkaran Franz Boas, kültürlerin kendi tarihsel süreçleriyle ele alınması sebebiyle kültürleri ilkellik-uygarlık şeklinde karşılaştırmanın mümkün olmadığını savunmaktadır.