“Sen kaç kez ölürsen öl, Tanrı bir sayar.” Kime ait olduğunu unuttuğum bu söz aklıma geldiğinde, ruhu hasar görmüş kişilerin bedenlerinin de bir gün mutlaka hasar göreceğini düşünürüm.
Daha çok, karışık yaşamın verdiklerinin daha yeni yeni idrakinde olan gençler ile hayat koşullarının sürekli itaatkar yaptığı zayıf bireyleri ele almak gerektiğini, çünkü bunları önümüze yatırdığımızda, çıkan sonuç ve sonuçlara bir göz atmamızla nerelerde hata yapıldığını kolayca görebileceğimizi düşünürüm.
Karşımızdaki o körpe gencin tepkisini dindirmek için ortaya dökeceğimiz tebessüm yerine, vereceğimiz sert tepki… Dengeli bir iletişimin şartlığını unutup, vurun abalıya misali kendimizden olmadığını düşündüğümüz kişiye yaptığımız mezalimlik, en basit çerçeve içinde böyle görünür.
Bütün yapılan hatalar da hepi topu işte bu kadardır.
Biz, farkında olmadan diğer insanları öldürüyor muyuz peki? Belki de doğrudur, öldürüyoruz, katil olmak demek zaten direk hedefi vurmak değildir her zaman. Bazen bir cümle, bir bakış bazen şirazesi kaçmış disiplin adı altında şart koşuculuk bir anda olmasa da yavaş yavaş yaşanabilecek çeşniliği insanın elinden alabilir. Hep söylemiyor muyuz? Bir başkasından şikayetçi olmuyor muyuz? Bize yaptıklarından dolayı. Duraksamalı donuk bir yüz ifadesini taşıdığımız günleri bir düşünün, kendi kendimize mi o hale geldik?
Anatomik yapı dışında, beslenmesi gereken bir ruhun varlığını asla inkar edemeyiz. Bir başkasını değil, kendi çocuğunuzu ele alın önce. Anne iseniz çocuğunuza üzerindeki ilgiyi göstereceğiniz tebessüm, baba iseniz her gün keşfedeceğiniz bir çocuğunuz olduğunu unutmamalısınız. Fizyolojik ebeveyn olarak, onlara zarar vermek isteyebilir miyiz? Bir gün canlarına kıymalarını görmek ister miyiz?
Berlin Üniversitesi, “Şiddetli ve Karışık Anlamların Bitmek Bilmez Oyunu” adı altında 1995 yılı kapanış araştırmasında bu konuya uzun uzun değinmiş, gençlerde ve baskı altında tutulanların, kapalı zihinlerinde oluşturdukları çevreden gelen komplike zararlı etkilerden dolayı kötümser fikirlerinin bir sonraki fikirleriyle bağlantısında çöküşün başladığını ifade etmiştir. Araştırmada eğilimlerini ölümden yana seçen insanların, ölümü bir tükeniş ve doğumun cezası olarak gördüklerini açıkça görmüşlerdir. Var olmanın içinde neler sakladığını meraktan uzaklaşmış bireylerin, gittikçe düşüncelerinde sabitlik ve sakinlik yaşadıklarını, buna karşılık hislerine hiç mana koyamadıklarını açıkça tetkik etmişlerdir.
İlgiden yoksunluk! Araştırmanın özeti ve bütün olumsuza çeken her şeyin temeli işte buydu. Onun için, bunalımlardan çıkamayanlar her gün ölebilir, bir gün gerçekten ölebilir, ama yaratıcı bunu bir sayar.
Plutarkhos gibi özenilecek veya sakınılacak bir hayat içinde olmak, bütün deneyimleri buna bağlamak yeterli olmaz kanımca. Bir hayat verilmişse, sadece kendimize değil, başkalarının da içinde dahil olduğunu unutmamalıyız.
Zaten hayatla ölüm bir birleriyle ince temas halindeler. Bunu zayıflatarak neden kopmasını kolaylaştıralım ki?