Özellikle Birinci ve İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra bağımsızlıklarını kazanan, genç ülkeler ve üçüncü dünya ülkesi olarak adlandırılan ülkeler ekonomik anlamda sıkıntı çekmektedirler.
Az gelişmiş ülkeler gelişimlerini tamamlayamadığı ve birçok anlamda geride kaldığı için ekonomik anlamda gelişmiş ülkelere de bağımlı olarak varlıklarını sürdürürler. Bu ülkelerde ekonomik faaliyetler genellikle tarım üzerinedir ve tarımsal uygulamalar teknoloji gelişmediği için eski ve verimsiz uygulamalarla gerçekleştirilir. Zaten yetersiz olan ekonomi, hızlı nüfus artışı sonucunda eğitim ve sağlık gibi alanlarda ciddi sıkıntılar yaratmaktadır. Bu nedenle okuma-yazma oranı düşük, okul sayısı az, sağlık problemleri çoktur.
Gelişmekte olan ülkelerin ekonomisi daha iyi olmasına rağmen onların da yaşadığı bir takım sorunlar vardır ve bu sorunlar eğitime de yansımıştır. Gelişmekte olan ülkeler kalkınma ve gelişmeyi tamamlayabilmek için eğitime başvururlar. Bu nedenle eğitimi ülke geneline yaymak amaçlanmıştır. Fakat iyi bir öğretmen yetiştirme politikası sağlanamaması ve öğretmen sayısının azlığı eğitimin yayılmasına da engel olmaktadır. Ayrıca gelişmekte olan ülkelerde rastlanan bir yanılgı olarak sadece öğretmen adaylarının teorik eğitimlerine önem verilmekte, uygulamada önem kazanan ve hızla ilerleyen teknolojik gelişmeler göz ardı edilmektedir.
İlköğretim, ortaöğretim ve üniversite müfredatlarına bakıldığında yerli yerine oturmuş bir sistemden söz edilemez. Hem ülke ihtiyaçlarına uygun ve hem de toplumsal değerlerle örtüşen bir müfredat programının eksikliği sebebiyle alınan eğitimin çok da bir faydası olmamaktadır. Ayrıca gelişmiş ülkelerdeki üniversite programları az gelişmiş veya gelişmekte olan ülkelerde aynen uygulanabilmektedir. Genellikle, bu uygulamalar gelişmekte olan ülkelerin ihtiyaçları gözetilmeden alındığı için eğitimli işsiz bir grup oluşturarak aktif nüfusun pasifleşmesine neden olacak ve bu durum kalkınmayı daha da geriletecektir.
Her ne kadar gelişmekte olan ülkeler sanayileşmeye başlamışsa da hala tarımsal faaliyetlerin çoğunlukta olduğu ülkeler de vardır. Bu tarz yerlerde aileler tarım işlerinde çocuklarının bulunmasını istediğinden eğitim düzeyi zorunlu eğitimle sınırlı kalmaktadır ya da onları okula göndermemektedirler. Sanayileşmeye başlayan ülkelerde ise kent ve kırsal kesim arasında ciddi bir fark oluşmuştur. Eğitim kentlerde daha gelişmiş olduğu için kırsal kesimde yaşayan ve eğitimine devam etmek isteyenler kentlere göç etmek zorunda kalmıştır.
Diğer bir sorunsa kadın nüfusun eğitime katılımıdır. Az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde – özellikle de Müslüman ülkelerde– kadınların bazı dini ve toplumsal köhne yanlış anlayışlar sebebiyle eğitme dâhil olamaması toplumsal anlamda gelişmenin önüne bir engel teşkil etmektedir. Kadının sadece ev işleriyle ilgilenmesi gerektiği görüşü değiştirilmelidir.
Bütün bu sebeplerden dolayı tüm toplumlarda eğitime öncelik verilmelidir. Hızla ilerleyen dünyaya ayak uydurabilmek için yaratıcı, çözüm odaklı bireylerin yetişmesini sağlayan çağdaş, ihtiyaçları karşılayabilecek bir eğitim sistemi oluşturulmalıdır. Öğretmenlerin bu öğrencilerine böyle bir donanım kazandırabilmesi için öğretmenler de aynı anlayışla yetiştirilmedir. Belli kalıplara sıkışmış öğretmenlerin çağdaş zihniyetli öğrenciler yetiştirmesi olanaksızdır. Eğitimde uygulamaların yapılabilmesi için okullarda araç gereç eksikliği olmamalıdır. Kısacası eğitime aktif katılım, hem öğrenci hem öğretmen hem de devlet tarafından gerçekleşmelidir.