Musul, birçok kişinin yüreğinde hala bir yaradır. İsmini duyduğunda, içlenmeyen ya da yüreği sızlamayan az kişi vardır. Aslında bu içlenmeler ve sızlamalar boşa değildir. Musul, stratejik konumu ve yeraltı zenginlikleriyle büyük bir potansiyele sahip. Bu potansiyel etkin kullanıldığında bir ülkenin ekonomisine ve refah düzeyine büyük katkılar yapabilecek güçte. Bu sebeplerden dolayı, Türkiye'nin Musul'u topraklarına katamaması çok tartışılır. Bir kesim bu durumu “başarısızlık” olarak görürken, diğer bir kesim “olağan/makul” olarak görür. Bu karmaşaya doğru bir teşhis koyabilmek için 1920'li yıllara dönmekte yarar var.
LOZAN'DA ÇÖZÜLEMEYEN SORUN
İsviçre'deki Lozan görüşmelerinde, tarafların en çok tıkandığı konulardan biri Musul'un akıbeti konusu olmuştu. Bir türlü anlaşma sağlanamıyordu. Sonunda iki taraf da – Türkiye ve İngiltere- birbirine diş bileyemeyince bu konu askıya alındı. Lozan Antlaşması ise Musul konusu dahil edilmeyerek imzalandı. İki ülkenin bu sorunu kendi aralarında çözmesine karar verildi.
Bu doğrultuda, Türkiye ile İngiltere arasındaki ilk görüşme 19 Mayıs 1924 tarihinde İstanbul'da yapıldı. “Haliç Konferansı” olarak bilinen bu görüşmelerden de bir sonuç elde edilemedi. İki taraf da Musul'dan yan çizmek niyetinde değildi.
Türkiye, görüşmelerde en büyük tez olarak bölgenin demografik yapısını gösteriyordu. Bu güçlü bir terzdi, çünkü bölgede Türk ve Kürt nüfusu çoğunluktaydı. İngiltere ise diretmeye devam ediyordu. Türkiye'nin öne sürdüğü bu teze karşılık bilindik bir karşı tez ortaya attı: “ Bölgeyi ileri medeniyet yapmak. “ Hatırlarsanız, Filistin'e de bu sebebi öne sürerek egemen olmuştu!
İNGİLTERE, HAKKARİ'Yİ DE İSTİYOR
İngiltere'yi yöneten yılların kurt politikacıları masada deneyimliydi. Yıllardır Ortadoğu'da, Afrika'da oynadıkları tüm “oyun”ları burada da oynadılar.
İngiltere, çıtayı yüksek tutma stratejisi izleyerek Hakkari'yi de istedi. Buradaki bahaneleri ise; Nasturi Hristiyanların varlığı! Aslında, İngiltere'nin bu isteği tuzaktı. Amaç, ileride Hakkari'yi gözden çıkarıp “ biz Hakkari'den vazgeçtik ve taviz verdik, siz de taviz verin “ demekti. Yüzyılın en büyük sömürgecilerinden biriyle masadasınız, bu oyunları fazla görmemek lazım!
Yapılan görüşmeler sonuç vermeyince, İngilizler, konuyu Milletler Cemiyeti'ne taşıdı. Cemiyet ise kısa bir süre sonra kararını verdi. Karara göre, Musul'un sahibi ya İngiltere olacak ya da Irak. Türkiye, haklı olarak bu karara karşı çıktı.
Milletler Cemiyeti'nde bu gelişmeler yaşanırken, Türkiye'de 1924 yılında Şeyh Sait İsyanı patlak verdi. İsyan 1925 yılında bastırılabildi. Bu isyan Türkiye'nin imajını zedelemişti. “Kendi topraklarındaki halka sahip çıkamayan bir ülke, nasıl olur da Musul'daki halka sahip çıkar” anlayışı hakim oldu.
Milletler Cemiyeti de 16 Mayıs 1925 tarihinde son kararını verdi; Musul, Irak'a bağlanacaktı. Türkiye, 5 Haziran 1926 tarihinde imzaladığı Ankara Antlaşması'yla Musul'dan tamamen feragat etti. Karşılığında da 25 yıl boyunca Musul'daki petrol gelirlerinin yüzde 10'ununu aldı. (Daha sonra toplu olarak 500 bin sterlin alarak bu hakkından vazgeçti.)
Herkesin kafasındaki soru şu: “ Türkiye altın tepsi de mi sunmuştu Musul'u? Hiçbir şey yapmamış mıydı? “
Bu da başka bir yazının konusu olsun.
NOT: Uğur Mumcu'nun Kazım Karabekir Anlatıyor adlı kitabında; Kazım Karabekir'in anılarından alıntılarla, konuyu aydınlatacak önemli bilgiler mevcut. Konuya ilgili olanlar için eşsiz kaynaklardan biridir.